güneş’e mani…
o hep orada, hep parıldamada,
mekanı aynı, ama farklı farklı konumda.
etrafında dolanana tesiri çok değişken,
oysa o ayrım yapmaz, hep kendince sevecen.
kimine fazladır ışığı, kimine sönük ve az,
kimi kış halini ister, kimiyse sımsıcak yaz.
dıştan gözleyince sevimli bir yuvarlak,
ama özünde kıpır kıpır ve hatta allak bullak.
yorgun, yaşlı yüreğinde sönmez bir ateş yaşar,
sakin görünse de kanma, güneş’te patlamalar var!
ne kadar eklense de yıllar yaşıma,
ne kadar büyüsem de dünya gözünde,
evrenin küçük kızıyım ben,
hep ve hala.
işte bu yüzden sönmeyen coşkum,
tüm asık suratlara inat.
bu yüzden hüznüm,
çocuk gözyaşlarınca,
çabucak gelip, aniden geçen.
nice düşsem de insana takılıp,
kanayan dizlerimle,
oyuna dönüşüm bu yüzden.
ve bu yüzden hala herkesi dost bilişim,
herkesi aynı aileden kabul edişim.
yıllar yükü bilgi,
yollarca deneyim…
yine de şu anki seçimim,
bilerek ve isteyerek,
büyüklerin mantığından uzak,
onların telaşından,
kaygısından azade olmak.
çünkü evrenin çocuğuyum,
işte bu yüzden mutluluğum.
duygu evrenin izidir bedende.
şifresi bir gülüşde kıvrılmış,
veya gözyaşında saklı.
duygu düşünceyi bile dönendirir de,
zihin kalır isyanlarda, yasaklı!
yıllar yürür bedende,
ayak izleri kalır,
zihinde, yürekte, tende.
izler ki, keskinliğimiz denli derin,
veya bilgeliğimiz denli mana yüklü ve sakin.
gözyaşı aktığı yolu çizer,
gülücük açtığı yeri resimler yüze.
en çok da aynadan bize bakan şaşırır,
beraber değişirken göz göze.
ve yaşanan bir dalga misali sönerken,
uzaklara çarpıp dönen yankısı kalır bize.
çocuğum…
çocuğum,
doğum sancım,
duygu yükü tatlım, acım,
ve güzelliğe olan inancım.
hücrenin can buluşuyla başlar mucize,
bir coşku sarar rahmi, korkuya bulanmış.
iki yürek sesi tek bir bedende,
koskoca bir evren misali iç cidarların.
sonra sancı, ve bekleyiş, ve sancı…
sen direnirsin, direnir yaşam,
ve nefes alır dünyadan o minik insan.
çocuğum,
yorgunluğum, belki uykusuzluğum.
süresiz sevgi akdim,
ve seçtiğim sorumluluğum.
pamuk, yumuk bir el kavrar elini,
sana gülümser melekce bir yüz.
sınırsız bir emek küçük bedende,
emekler az az, ama sabırla,
ve ilk sana koşar cesur ayaklar.
güler, ağlar, oynar, ama aklı hep sende,
kıvrılır koynuna sonsuzca, sonsuzca sarar.
çocuğum,
saflığı hatırlatan düşüncem.
ne eğlencem, ne güvencem,
ama bugüne açılan pencerem.
masum ve o denli hazırlıksız,
hele de merak denen o dayanılmaz itki!
yepyeni bir oyun alanı misali hayat,
çekici, eğlenceli, cezbedici,
ama öylesine tuzaklı ki ve tehlikeli!
ve dünyayı öğretirsin ona,
o ısrarla barındırırken cenneti.
çocuğum,
korkmasın diye korktuğum,
bağımlı kılmaktan koruduğum,
kendi yoluna telaşlı sevgili konuğum.
karışır aklı, tanışır insanla,
duygu duygu sarsılır, arkadaşla ve aşkla.
sendeler, düşer ve kalkar nice sefer,
ama hep sevginin korunağında.
bağlanır sana, bağlar seni de,
alışır hatta seversin bu tutukluluğu,
oysa uçmak adınadır sendeki konukluğu.
çocuğum…
canım, biriciğim, sevdiğim…
sadece aracıyım sana, bunu unutma.
bağımsız ve güçlü ol, yolculuğunda…
“gence…”
bunca yıl fazlasını yaşamışım senden,
hem de hiç dinlenmeden, duraksamadan.
çok ama çok insan tanımış,
çok ama çok gülmüş,
belki daha da çok ağlamışım..
üstelik cesurca dolanmışım evrenimde,
bolca okumuş,düşünmüş
hissetmişim yaşamı.her zerrede.
nice ‘gel-git‘lere dayanmışım,
ve hep yeniye,hep güzele,
hep umuda uyanmışım.
yine de şu anda şu noktada
ne kadar az bildiğimi bir bilsen!
hala en asal sorular yanıtsız.
çözememişim İinsanı,
gideni, kalanı, yalanı, dolanı.
içimde kabullenememenin isyanı!
ne öğretebilirim ki sana yaşama dair?
payımıza düşen,
bilmecenin bir parçası sadece.
yapayalnız bulacağız yerimizi, nedenimizi.
belki sadece şunu diyebilirim sana:
dilerim seçimlerinin farkında
ve olası her sonuca hazırlıklı olursun.
bilirim maddenin cazibesi çok zorlayıcı,
ama ne olur,
heyecanın dengeli,
coşkun, evrene sorumlu olsun.
yaşlı ağaç
yılları biriktirmiş,
kabuk kabuk.
tutarlılık demiş,
gurur, onur demiş,
inadı olmuş inancı.
esnemeyen katılığında,
dimdik, ama daha da kırılgan.
oysa gerçek saygı duruşu,
eğilebilmek demek,
baş öğretmen doğanın önünde,
ve güvenmek
değişken rüzgarlara,
evrenin gizli bahçesinde.
tutarlılık denilir,
değişimi reddeden anlayışa,
tekrarlayan kalıplara sıkışmış,
tekdüze algılayışa.
oysa yaşam devinimdir,
durmayan dönüşümdür,
iki nefes arasında,
sonsuzca değişimdir.
kaya dikilir de suyun önünde,
kaskatı heybetiyle gururlu,
su sakin veya coşkulu,
ığıl ığıl işler yolunu.
böyledir evrenin işi,
sert yumuşar, direnç esner.
form dağılır eninde sonunda,
akışkanın alanında.
“bir benzerler kümesi mi olmalı toplum,
doğa çeşitliliği yaratırken durmaksızın?“
yazık, insan zihnine tutsak,
zihinse dışlanma korkusuna.
oysa yürek en yürekli,
yürek, en özgür uçuşunda.
birlik, ama farklılığın uyumunda,
teklik, tekilliğin sonsuzluğunda.
aynileşmek, ama özde ve özgünce,
üniformaları reddeden bir bilinçle.
baş öğretmen doğanın kürsüsünde
öğrenmek yaşamı hece hece.
her renk kendi yalnızlığında,
bütünleşmek,
bir gökkuşağı güzelliğince.
sorumlu ‘ben’im demek zor gelir
‘her şey bende’ demekse sıkıcı.
içe değil, dışa dönüktür gözler,
uzakları tarar her düşünce.
zoraki bir anlam arayışında
‘ben’den ötelere tutunur eller.
oysa içimizdeki evren o denli yakın
o denli çözülmeyi bekleyen.
kendi aynamızda yansırken
birliğin binbir yüzü,
kah cennet olur
kah da cehennem
tekil gerçeğin tözü.
ayık, uyanık olmalı varlık
olanın farkında, ama
ne çok ürkek, ne de şımarık.
gerek duyan ile gereken
bir teğet noktasında buluştuğunda
eylem, çabasızdır,
doğal, uygun ve ve anlık.
v
“her tohum bir evrendir.”
küçük, büyüğü taşır içinde,
küçüldükçe büyür potansiyel.
erir, erir, tek bir noktaya erersin ki,
erki tüm boyutlara bedel!
bir bakış, iç içe aynalarda yankılanan,
bir hissediş, varoluşun ürpertisini taşıyan.
bir gülüş, nice kahkahalarla yüklü,
tek bir gözyaşı, tüm acıları anlatan sanki.
her parça bütüne yazılı,
her birim ‘bir‘leşmeye yazgılı.
yalında bulursun aradığın sırrı,
ve doğal ile çözülür bu karmaşanın ağı.
bir tohum çatlar,
zamanın sıfırlandığı bir anda.
bir kilidin açılması misali
çözülür kodlanmış şifre,
eşsiz bir oluşum sergilenir,
tezahürün mucizesinde.
doğal ve emeksiz sanki,
oysa öncesi sonsuzluktur.
sonsuzca bir birikim,
sonsuzca bir hazırlık,
bu açılım, bu doğuş adına.
son, başlangıca öylesine benzer ki
tamamen kapanmışsa bir evre.
yaşam denen süreç de böyle,
sanki hiç yoktan düşer bedene bir can,
ve hep o boşluğu arar bedende.
saf bir bütünlükle başlar yolculuk,
ama ayrışma başlar alelacele.
kişilik yüklenirken dünya evinde,
‘ilk’ kırılır, hem de defalarca,
süslü illüzyon perdelerinde.
ve ‘son’, ‘ilk’i arar aslında.
işlevi biten yükü atmak misali,
dünya elbisesinden soyunmak,
ve rahimden önceye uzanıp
bir bomboşluğa dokunmak.
boşluk, saf potansiyeldir,
ana rahmi, evrenin.
olana gebe, olana sevgili,
sorgusuz ve yanıtsız,
‘bilen’dir yalın gerçeği.
her başlangıç bir niyettir,
bir akit, olacak olanla.
hazırsan, geç o eşiği,
bilinmezin oyununda.
bir merdiven,
ürkütürcesine yüksek
bir merdiven,
bir sonraya uzanan.
yolcu yorgun,
yolcu usanmış belki
oysa her an,
tek bir basamak
tek bir adımlık güç,
ona gerekli olan.
bu yol vaatlerle süslü değil
ne oraya, ne buraya dair.
sen hesabını yapmadığında
bedelsizcesine gelir ödülü.
ve tek sen, yalnız sen,
anlarsın değerini.
ödül ‘sen’sindir çünkü,
abartısız, süssüz, sadece.