soru ki, soranı sorguluyor
her yanıt, yenisini kurguluyor.
var oluş bilmecesi çözümsüz,
karanlık ışığını, gölge aslını arıyor.
ben var isem, bu yokluk ne?
sen yar isen, bu boşluk ne?
O dedik, bizden öte
biz ‘bir’ isek, bu çokluk ne?
öyle bir deniz ki,
baktıkça değişen,
bakan ile değişen.
tanığa göre değişiyor gerçeklik.
gerçek ise değişmeyen,
tanıksız, tanımsız.
mutlak, asla ulaşılamıyan ise,
bu sisli hayal ülkesinde
koşuş, kaçış nereye?
acaba nedir hedef,
yoksa hedef yok mu ola?
denizde dalga misali,
çarpa çarpa çırpına
gidilen yer aslında
kalınan yer mi ola?
perspektifsiz bir resmi seyreder gibi,
anlamın yorumlara terkedildiği.
farklı bir boyut sezmeye çabalarken,
çerçeveye çarpıp, sarsılmak gibi.
çıkarken inilen merdivenlerde,
yorulup, yolunu şaşırmak gibi.
paralel doğruların kesiştiğini,
benzerlerin zıtlığını gözlemek gibi.
bir noktadan fışkıran açılımlarda,
bir noktaya eriyen dağılımlarda,
küçülürken devleşen oluşumlarda,
evrenin sırlarına yol alır gibi.
yaklaştıkça uzaklaşan birleşimlerde,
doğarken ölümü deneyler gibi.
sevgiyi kullanan ilişkilerde,
acıyı damardan zerkeder gibi.
nefeslenen hava kadar yakın olup da gerçek,
beş duyunun bilinçsizce filtrelediği,
yanıtı taşıyan bu an, ne geçmiş, ne gelecek,
tek sorunum, soruyu bulabilmek gibi.
niceyim, neciyim, neyim?
bencilim, bencileyin ‘ben’im!
haklı mıyım, haksız mıyım, Hak’kım?
durakta mı, merakta mı aklım?
üzgünüm, üzenim, hata üzreyim,
bütünlükte değil, hala cüzdeyim.
güneşimi soğuttum, artık güzdeyim,
ne akılda, ne gönülde, ne de gözdeyim.
sensizim, seninleyim, ‘sen’im,
seni bana bağlıyan ve ayıran ‘ten’im…
alevsiz ve dumansız içten içe tütenim,
hem kendimi tüketen, hem kendime yetenim.
titreyen, titreten, titreşenim,
kah iten, kah çeken, birleşenim.
salt varlığı üleşen, bölüşenim,
senin hem kederin, hem de neşenim.
gün olur, açılır ya gönül gözüm,
artık ne reddedişler, ne bir hüzün!
coşkuyla, sevgiyle, bir kaç sözüm:
“özgürlüğüm, özgürüm, ‘öz’üm!”
bir esinti başlar ılık yaz akşamında,
dinlenmeden devinir ve birdenbire diner.
izi kalır, tozu kalır arkada.
peki ya rüzgar?
rüzgar nereye gider?
dalarsın denizin ritmik değişimine,
dalgalar bir yarışta biteviye, iz ize.
sonra, bir bakarsın her yer süt liman.
iyi ama dalgalar,
onlar nereye gider?
bir dostluk yaşanırken olanca doyumuyla,
ayrı düşer gönüller, ayrı düşer bedenler.
dostlar yer bulur bellekte, tüm canlılığıyla..
ama anlamadığım şey,
dostluk nereye gider?
derler hani, ilk aşk asla unutulamaz.
ikinci, onuncu da olsa, yine akıldan çıkmaz.
duyulanın anısı kalır; inat, geçen yıllara,
ya yaşanan duygular,
onlar nereye gider?
doğruyu gerçek bilir, inanır, direnirler.
ya kanıtlar şaşırıp, kanılar değişince?
bir bakarlar, geride ‘yanlış’ kalmış sadece.
tüm o doğrular peki,
onlar nereye gider?
sen, Yeni Çağ’ın define avcısı,
ruhsal gömüt peşinde.
dünyayı satıyorsun, ama,
maddeye çare var mı?
bütünlüğü onaylarken kendince,
bencilce bir bilgelikle.
say kabuklarını tek tek,
kişiliğe çare var mı?
davranışlar, tutumlar kefede,
durmadan tartıyorsun.
doğruları savun, ne ala,
yanlışa çare var mı?
evrene bir sarkaçla asılı,
biteviye sallanırken,
dinginliği arıyorsun,
duygulara çare var mı?
arayışlar her an ve daima.
yönelişler, sondan sonsuzluğa.
ölümü bir kenara bırak,
yaşama çare var mı?