2


istek, istenene kavuşana dek!
her kavuşma, yeni istek ararmış.
tokluk, acıkırmış da hemen,
daha, daha diye fır dolanırmış.
doymamakmış adı yaşamın,

bu yüzdenmiş işte bütün tekrarlar.
yetmemiş hiçbir sey,
yetemezmiş ki zaten!
aramak gereksizmis,
bulmak, aramamakmış hepten.

karın doyar mı aşa,
ya da cebin maaşa?
peki de beden hazza,
nefs izaza doyar mı?
hangi sevgi nesnesi yetmiş ki yüreğine,
bir sınır var mı, sor, aradığın özgürlüğe?
doyumun yokluğunu kabulle başlar huzur
ve paramparça arayış, ancak o an son bulur.

doyumsuzluğun zirvesine vurdu insan.
güzellik yitiyor hoyrat arayışlarda.
başka çare yok’ savından beslenerek,
akın akın telaş, hırs, rekabet,
gitgide azalıyor dışımızdaki cennet.
kopmamak için, dağılmamak için,
korkuya teslim olmamak için,
daha da önem kazandı,
inadına coşkuyla yaşamak!
ve adım adım, nefes nefes,
cenneti içimizde taşımak.

daha, daha, daha’ yetmez,
yine, yine, yine’ hiç tükenmez.
arayışlara yüklersen öykünü,
çözüm son sayfada bile gelmez.
ilk’ denli sürmeli hayret,

her açılımın gizeminde.
her an özel, her an bakir,
keyif almalı evrenin düğününde.
yepyeni’ denli sakınmalı,

insanı, olguyu, sevgiyi.
ve tek çaba,
güzeli korumak adına olmalı.

madde tükeniyor,
insan hala aç!
ne azı, ne de çoğu,
doyurmuyor kimseyi.
öte‘sini arayanlarsa
manayı sömürmede.
insan ve tatminsizliği
insanı yok etmede.

acelesi var insanın!
yol ne, menzil ne, belli değil,
hatta çoğunlukla,
umurunda bile değil!
ama bir yerlere, bir şeylere,
acelesi var insanın!
kısa, keskin, çarpıcı duyumlar peşinde,
genliği fazla, sabırla yayılan,
saran, sarmalayan duygular yerine.
hastalıkta ve sağlıkta,
seçimler, çözümler,
hep kestirmeden yana.
ve o denli geçici, o denli yetersiz.
döküp saçarken, dokunup kaçarken,
defalarca deneyip vazgeçerken,
olanlardan kendi bile habersiz.
doymaya değil, doymamaya kayıtlı,
sanki yaşamına değil, ölümüne bir koşu!
oysa, ne güzeldir,
durabilmek, susabilmek,
farkedebilmek için dahil olunan an’ı.
ve ne güzeldir, hissedebilmek,
hem de en yoğunca,
gecenin kuytusunu, günün canlanışını.
suyun tadını, havanın sarılışını.
hissedebilmek,
bir arının sabrını, kuşun heyecanını,
ve sevginin her zamanda, her yerde,
sessizce kalp atışını.

kapanmamış hesaplarla doluyuz
zihnimiz, yüreğimiz, biz.
defalarca yaşarız aynı anları
iyiye doyamadan, kötüye katlanamadan,
gideni anlamadan, biteni algılayamadan.
değişime güceniriz, kızarız
akışı kabullenemeyiz ki biz!
oysa anlık koşullarıyla
yaşanır her deneyim.
ne bugünün kurgusunu hak eder
ne de günün farklı yargısını.
bırakalım, geçen geçtiği yerde
kalan kaldığı yerde huzur bulsun.
zamanın izleri, zamanda savrulsun da
bu an saf, bu an yeni doğmuş olsun.

sözler, imalar, alınganlıklar,
bakışlar, tavırlar, nice kırılganlıklar.
beklentiler, yetmemeler,
ve alaşağı kıyaslar.
yergiler, yargılar, kaygılar,
kuşkular, keşkeler ve korkular!
yüklenmişiz insanla.

acının ve tadın doyumsuzluğunda,
beş duyu kapılarını zorluyor yaşam!
farklı bir nefes gerek,

gürültüsüz ve temiz.
kendi olağanlığında,
ve hele de doğanın kucağında!
farklı bir enerjiyi hissetmek,
ve bir sığınak misali,
doğallığı benimsemek.

zihnimiz, yüreğimiz insanla dolu,
öyle kalabalığız ki yapayalnızken bile.
ve öyle gürültülü ki iç alemimiz,
bir yankı vadisi denli gidip gelmede sesler.
yorgun düşüyoruz içimizdeki savaşta,
barışı hem kovup, hem kovalarken
gündelik uğraşlarda.
dondurmalı zamanı

nefes nefese koşusunda,
durdurmalı dünyayı sıkca
bir içsel huzur odağında.
boşaltmalı ki düşüncenin debrisini,

yeni ve temiz olan yer bulsun,
zihnin doymayan açlığında.
ve susturmalı duygunun çığlığını,
ki, sevginin fısıltısı duyulsun,
var olmanın coşkusunda.

güzellik, beş duyuyu esir alır da,
özgürce bir çırpınış kalır geriye,
farklı bir titreşim alanının çekiminde.
doymazlığın, yetmezliğin karmaşasında,

huzur çağırır seni kendine.
ve kendi rahminde kıvrılırsın
güvende, dengede,
ve gülümsemede.
kendinle olduğunda

ne azsın, ne çoksun
farklısın ama aynısın
salt ve sade, yaşıyorsun.

bir günün dönüşümünde,
kendi döngünün ayırdında mısın?
ve nedenlerden, niçinlerden öte,
tadında mısın hayatın?
hep biraz öteye yönelişlerin,

hep senden daha hızlı istediklerin.
salt bir kaçış-varış öyküsü mü seçtiğin,
nerede durakların, kahveyi kokusuyla içtiğin?
var’lar yetmiyor, ‘yok’ olanı arıyorsun,

bu da huzuru ıralıyor senden sürekli.
ama doymayana son olur mu,
neden sonsuza yüklersin ki umudu ?
nesneye odaklanma, öznede kal,

çoğalma, dağılma, hep özünde kal.
ve zaman yaratma hedef peşinde,
hemen’de, ‘şimdi’de kal, ‘an’da kal!

sonsuz bir kap dolar mı, sonlu damlacıklarla?
ne eklersen ekle sonsuza, sonsuz kalır geriye.

çabalar, hırslar, tutkular,
hedefler, sonlar, yeniden başlayışlar!
düş kırıklıkları, acılar, isyanlar,
dolmayana, doymayana ergi arayışlar.
sonsuzluk özlemidir içimizdeki boşluk.
ama burada, bu yap-boz oyununda,
nice madde, nice mana dokunamaz bile ona.
aslında derinden derine hissederiz hepimiz,
ve ‘sevgi’ deriz, ‘sadece sevgi’ istediğimiz!
ama sevmeye yüklediğimiz mana denli,
yetersiz kalır içsel çözümlememiz.
zor, kabul etmek ama,
istememekle gelir çözülmemiz.

peki ne ola ki bu anlam denen şey?
ayrı, bir yerlerde asılı bir olgu mu ki,
saklansın, belirsin, kaçsın, kovalansın?
yoksa anlam, adı mı anlamayışımızın?
ve bu arayış, açlığı mı doymamışlığımızın?
anlamı özümsemek yerine dışlıyoruz da

kendi nitelemelerimizin peşinden koşuyoruz sırayla.
oysa anlam yaşananın özü, ta kendisi,
dilersek bir nefes gibi dolar içimize,
ve bir sıfat, bir yafta olmaktan çıkar,
anlamlamanın ayrıştırdığı parçalar tümlendiğinde.


sonraki sayfa