16


normal, toplumun kurgusu,
doğal ise doğanın çağrısı.
normlarla kıskıvrak insanoğlu,
doğasını özler dolu dolu!
ova ova uzanır,
dağ dağ tırmanır kendi içinde.
akan da kendisidir,
çağlayan da.
baskıyla tuttuğu nefesini,
salar gider rüzgara.

toplumsal normlar var ya,
kim ne der?”ler var ya!
ailen bir elbise biçer sana,
ama senin talebin ve seçimin dışında.
bu yüzden de elbise uymaz sana çokca.
denersin, sana göre esnemez dokusu,
bir yanda sen olma arzusu,
diğer yanda, dışlanma korkusu!
sıkışıp kalırsın o bedende, o formda,

ya da yırtar atarsın o giysiyi isyanla.
yine de, farkında olsan da, olmasan da,
büyütür yaşam seni her durumda.
ama, ya diğerlerince ve normalce,
ya da doğalınca ve kendince.

dış güdülerin sürükleyişinde
sessiz kalır içgüdü, çekinir sezgi.
kişi ‘normal’in sorgusuna yenik düşmüş,
benliği onay kıskacında kilitli.
kabul görmek adına şekillenir tavırlar,

doğasının doğalından uzakta.
sanki, ya herkes gibi olmak vardır,
ya da, yok olup girmek, bu sosyal uzamda!
ve uyumsuzluk, ve mutsuzluk,

ve yığın yığın sorumluluk,
salt korumak adına yüklenilen rolleri.
çabalamak, parlak tutmak için,
seçilen maskeleri.
oysa ne sen durursun, ne de kainat,

kendini biraz da kendine bırak.
önce kendini anlamaya ada kendini,
sonra realiteni gönlünce yarat.

dinlenirken başka bir insanız sanki,
işimizde başka, ilişkimizde bambaşka.
hepsine ortak olan ne,
kimiz, nasılız, bilemeyiz,
pek düşünmeyiz bile hatta!
nedir rollerden geriye kalan,
nedir bütün kılan parçalarımızı,
veya nedir eksik hissettiğimiz,
niye yetmez ki
durmadan biriktirdiklerimiz?
bilinçte netleşir ‘ben’ olan

ve boşlukta anlamlanır.
zemini mekansız,
sürümü zamansız.
maddeyle iç içe yaşar ama,
madde ile tümlenmesi imkansız.

roller giyeriz kimlik adına,
ve rollerden ibaret kalır yaşamımız.
yaz günü kürk taşırcasına,
bunalır da içimizde gömülü kalan,
soyunmak ayıp gelir, günah gelir.
ve yükümüzle ağırlaşır adımlar.
oysa ölüm zorla çıkarır giysimizi!
zamanın tutsakladığı bir evren,
zamansızlığa açılır, çırılçıplak.
benliğimiz ölümde nefes alır.

bu form, bu beden,
bu boyutun iklimince,
ruhsal potansiyelin biçtiği,
bir giysi sadece,

ince veya kalın,
süslü, gösterişli veya yalın,
aslolansa, farkındalığı saklı olanın.
ve yettiğinde ziyaret,

tükendiğinde hizmet,
hele de bütünlendiğinde himmet,
göçme anı gelir, farklı bir hale,
yeni ve bilinmez bir ülkeye.
giysi yükünden azade,
çok daha ılıman iklimlere.

beden yüklenir rolü,
seni barındırırken içinde,
ve seni sakınarak hatta,
senden ziyade yaşar öykünü.
zamana koşulmuştur çünkü,
sen uzak boyutlara uzanırken,
zihinde, yürekte, ruhta,
bedenin dünyaya gömülü.
beden gösterir yılları ama,
sen daha hızlı büyürsün aslında.
sığamazsın kendi kalıbına da,
gücenirsin sana uymadığında.
oysa saçların ağarırken,

çizgiler çoğalırken,
kemiklerin sızıldarken,
daha da sevmen gerek,
bu geçici giysiyi.
çıplaklığına soyunana dek
korudu, kolladı seni.

tek bir noktada değiyoruz kesintisiz bir akışa.
zamana dokunuşumuz, sadece bir anlık.
önce’ verdiğimiz nefes kadar uzak bizden,
sonra’ ise, bir sonraki nefes kadar.
bizi devindiren ise şu anki soluğumuz.
geçene ve gelene dair tek şans ‘şimdi’de,
yeniden ve yepyeni başlayabilmek için hem de.
içimizde titreyen can,

varoluşa dair heyecan.
yaşayan ve yaşatan,
sadece bu an.

ne içindeyim, ne de dışında.
onunlayım, ama o değilim.
beş duyu ve ötesi,
bedenimin ‘farkındayım’.
peki ama farkında olan kim?
veya ne?
bunca iç içe, bunca beraber,

ama yine de bir özne var, bir de nesne.
peki, nesneyle özdeşleşmek niye?
ve yine aynı soru,
özne kim, öz ne?


sonraki sayfa