13


her hedef bir ego eşiğidir bu yolda,
ve egosuyla sınanır kişi en başta.
hoştur, bir sarhoşluktur, başarı!
bir balon misali yükselmişlik duygusu,
ve dayanılmaz hafifliğin coşkusu!
ama ola ki fazla kaçarsa havası,
ilk darbede boşalır da içi,
yükseklerden yere iner
sönük, ölgün, acınası.
unutma, ‘aştım’ dediğin anda

egon aşmıştır seni, aşılırsın.
hele de ‘oldum’ deme hiç,
inan ne olduğunu şaşırırsın!

telaşın varsa eğer,
paraya, güce, mevkiye.
hevesin varsa farklı bir hale,
belki daha genç,
daha güzel görünmeye,
formda tut kendini,
yetkinleştir zihnini,
kutsa bedenini,
geliştir adaleni!
ama hedefin mutlu olmaksa,
koşullardan bağımsız,
ve yaşadığını hissetmekse,
coşkuyla ama abartısız,
sadece bir yürek yeter
kaslı veya kassız!

zirveye dikilir gözün, emeğini sınarsın.
yorulursun, zorlanırsın, hatta bıkarsın.
ama niyet bu ya, orada bir tepe var ya,
duramazsın sanki, tırmanırsın!
zordur, yerçekimine karşıdır çünkü edimin,
ve beklentilerin denli ağırdır taşıdığın, kendin!
ısrarlıysan daha, daha yükseklere,
bari oralara vardığında yalnızlığını dinle.
ara ver heyecan koşusuna da,
denizle coşmayı dene.
doğayla konuşmayı,
sevenle susmayı,
rüzgarla esmeyi dene.

iniş daha kolaydır, çıkış ise zahmetli!
yine de herkes tırmanışta, ne ola bunun hikmeti?

zirve, adı üstünde,
her yöne hareket düşüş yönünde.
gücün odaklandığı bir nokta, bir an!
ama sonra, hemen sonra,
sarsıntıyla sarhoşluktan ayılır insan.
tepenin hazzına kapılan,
vadiye iyi bakmalı.
geldiği ve gideceği yer aynı,
bunu asla unutmamalı.

yükseldikçe genişler vizyon,
bütünlenir manzara, parçalar küçülürken görüşe.
bir resim sergilenir sanki, varoluş imecesinde,
ışık-gölge dansında her an yeniden çizilen,
değişen, çeşitlenen, yaşayan, olağanüstü bir düzen.
öylesine başdöndürücü bir ihtişam, ki!
ya coşturur yüreği, vecd ile erer kişi,
ya da körükler erki, tanrı sanar kendisini.
eren durur da yerli yerinde, huzur içinde
erki coşan, kıpraşır yetkenin dürtüsünde.
oysa ne denli kaygandır zirve!
telaşlı tek bir adım yeter bazen
ve yuvarlanır kişi, doğanın çelmesinde!

öykünün adı,
yaşananın yetmeyişi’ sanki.
hep bir şeyler olacak,
veya ‘olmalı!’ kıvranışları.
hep ‘sonra’ya koşan adımlar,
telaşlar, hep beklentilere dair.
oysa ‘şimdi’ yaşanıyor yaşam
bu an’a dönmeli özlem.
ömürler beri aranan sır bu,
hepsi bu kadar‘ işte!
mutluluk, umut ettiğin değil,
sadece hissettiğin kadar var!
suyun tadını, rüzgarın kokusunu,
havanın dokunuşunu farketmek kadar!

beklenti topraklar seni,
bağlanırsan, kanatların açılmaz.
heveslerin yükselttiği duvarlar,
yeni heveslerle yüklü aşılmaz.
pazarlığı dünyada bırak,
çıkar uğramasın tinselliğine.
akışın içkin dinamiğiyle,
inatlaşmak hiç de işe yaramaz.
gerçek güç, güvenmektir akışa,
hiçbir şey nedensiz olmaz.
ve ne güneş, ne de gün,
sırf senin istedin diye,
ve sırf senin için doğmaz!

ama geriye düşmemeli gözler,
öncesi, bugüne getirdi ya beni!
hepsi bu anda saklı zaten,
ayak izleri zamana gömülmeli!
ve arayış beklenti değil,
kıpır kıpır bir sevinç olmalı.
onca yakın olanı hissederek
onca ‘ben’ce olanı bilerek,
ve çok severek,
hep severek…

detaylar devleşir yakın gözlemde,
daha net farkedersin her farklılığı,
ve zor gelir kabullenmek aykırılığı.
yavaş yavaş titizlenir de tüm beklentiler,
yavaş-hızlı kırılır nice düşler, düşünceler!
ve yakın, daha yakın paylaşımlarda,
ince ince dokursun ayrılığı.
uzaklaşmak gerek anlamak hayrına.
uzaklaş ki, bağımsız düşünebilesin,
uzaklaş ki bütün göresin,
ve bütünü hissedebilesin.

son var mı ki, sonuç olsun?
sonuç denen salt bir an,
yeni bir başlangıca açılan…
süreci sevmekten öte değil bu yaşamın öğretisi.

bilgi sade ve öz, evet, yeterince süslü ve çarpıcı değil!
bu yüzden belki, tüm arayışlar,
bu yüzden belki, tüm düş kırıklıkları…

yanıt daima o kadar basittir ki,
bizi oyalamayacak denli,
ah-vah’ımızı beslemeyecek denli,
işimize gelmeyecek denli basit!
ama biz süsü, gösterişi ne de severiz!
çapraşık alanlarda dolanmayı,
çabalamayı, çırpınmayı,
ve de en başta kendimizi
bir iş yaptığımıza inandırmayı!
oysa doğalımız bilir en kestirme yolu,
saf, yalın ve doğru görebilir her olguyu.
ola ki, karmaşayı kutsamayı terkedip
sakinleştirmeyi seçelim, bu oyunu.

öyle bir deniz ki,
baktıkça değişen,
bakan ile değişen!
tanığa göre değişiyor gerçeklik,
gerçek ise değişmeyen,
tanıksız, tanımsız!
mutlak asla ulaşılamıyan ise,
bu sisli hayal ülkesinde,
koşuş, kaçış nereye?
acaba nedir hedef,
yoksa hedef yok mu ola?
denizde dalga misali,
çarpa çarpa çırpına,
gidilen yer aslında,
kalınan yer mi ola?

amaç ‘bugün’ü yorar aslında,
yarın‘a telaşlıdır çünkü.
hep bir sonraya çalışır kişi,
ve an’ın enerjisi zincirlenir,
tükenmez bir çaba silsilesinde.
yine de bunu farkedene dek,
amaçlar gerekli ola.
kısa veya uzun bakışların hüzmesinde,
yaşananı süzmek, ayrımsamak,
ve bulunduğun noktayı idrak etmek adına.

plan bu, sonlara alışmışız!
hem sonlara koşmuş,
hem sonlardan korkmuşuz!
hedef yaratmak,
ki, sonuca bakmak demek,

heyecanın adı,
yaşamın amacı olmuş.

süreç ise can sıkıcı,
zevk almadan koşmuşuz.
sanki sadece ölmek için
yaşamayı seçmişiz.
sonsuzluk dilimizde türkü,
oysa, sonluluğu çok sevmişiz biz!

amaç, bir son betimler sürece,
ve öylesine düş yüklüdür ki sonlar!
burası’ ve ‘orası’ denildiğinde,
zaman yaratılır tüm sabırsızlığında.
telaş düşer adımlara.
sapmalar başlar, çoğalır,
netlik yiter yolculuğun ‘tema’sında.
oysa salsan kendini su misali.
binbir daldan ve koldan da olsa,
damarlar çizerek yeryüzünde,
hatta kurusan, buharlaşsan bile,
denizi bulursun eninde sonunda!
amaç dersen amaçtır,
oysa su için ummana varmak
kaçınılmazdır!

yaşamın bir amacı olmalı,
o amaçsa, amaçlardan örülü.
bir bakarsın, yolculuğun deneyi,
hedef telaşında gömülü.
zamana kurgulu huzursuzluk,

beklenti çarkına girilince.
sürekli öğütülen değerler,
amaç, insanlardan önce gelince.
ulaşılan her amacın sonu,

kısa bir zafer sarhoşluğu.
geleceği doldurmak çabasıyla,
bugün yaşamak boşluğu.
amaç zihnin çocuğu,

her amaç yüklü dahasına.
sınırsızca beslenir çoğu,
yaşamı sınırlamak pahasına.
düşünsene korkuluğu,

yönelir mi amaç aramaya?
salt varlığı yetmez mi,
kargaları kovmaya?

bir koşu değil ki yaşam,
ne kaçan var aslında,
ne de seni kovalayan.
her şey sence anlamlanır.
iş sence, emek sence,
yengi veya yenilgi, sence.
oysa bir gezgince

nefesi bilmektir asal başarı.
anlamak, çözdüğünü sanmak değil,
hissetmektir olanı.
ve doğaca devinmek,
sorumsuzluk sanılmamalı.

farklıdır ya herkes,
farklı tondadır her renk veya ses.
ne niyet aynıdır, ne özlem, ne heves,
ne de genize dolan peşpeşe iki nefes!
her şey kendi işlevinde,
farklı hızda varır menzile.
ki, varoluşun doğası bu,
bunu yarışa yazmak doğru mu?
zafer, hayır, önde koşmak değil,
sevmektir bu oyunda her konumu.

hep ‘sonra’ya çalışma
hedefin an’da olsun.
her ne ise yaptığın,
gerçek ibadetin olsun.

‘bekle’ der sabır,
ama beklentisizce.
olacak olan, olacak!
sen sadece günü işle, sessizce.


sonraki sayfa