20


doğada ne çok öğretmen var!
hele de ağaçlar!
bunca söz ve bilgi kirliliğinde,
onlar bilir, ama konuşmazlar.
yaşamı sentezler de gün ışığında,
sözüm meclisten dışarı
bazılarımız misali,
pazarlamazlar cenneti!
beraberce, ama özgürce

dal dal, yol yol uzanırlar semaya.
ne kadar benzeşse de ağaç olmak asalda,
birinden diğerine, bir andan ötekine,
hiçbir hal aynı kalmaz, doğanın ustalığında.
rüzgarla dansı farklıdır her yaprağın.
farklıdır, güze dönüşü, yere süzülüşü,
hele de ilkyaz’a gülümseyişi!
çiçekleri çeşitlenir renklerce,
aynı özsu dolanırken damarlarında.
ve manzaraya uyumun zirvesinde,
değişirler mevsimlerce, yıllarca.
defalarca doğarken sonlara inat,
ayakta ölürler, yaygarasızca
evet, guru arıyorsam,

bir ağacı seçerim.
öğretisi zor gelirse eğer,
eteğinde oturup
alemi seyreylerim!

doğa usta,
bizse çırak bile değiliz.
fark, parça parça bakmamızda yaşama,
parça parça düşünmemizde, hissetmemizde.
oysa aslolan uyumdur, ilişkilerin bütünlüğünde.
ve güzellik, parçalar arasındaki boşlukta yatar.

bir nefes neler öğretir insana…
hava’ der, geçemezsin,
dalarsan mana yolculuğuna.
nefes, ki yaşamla eşdeğer,
en can alıcı işlevi,
can katmaktır soluğuna.
her alınan, salınmak içindir
katamazsın ‘sonra’ stoğuna.
en uçucu, en dokunulamayan.
her şeyin geçici olduğunu,
sürekli sana anımsatan.
ve en asal paylaşım!
neleri sahiplensen ve sakınsan da,
herkesin nefesi katılır bir ortak alana.
ve bütünü içine alırsın,
her nefes aldığında.

bazen en derin uyuyanın horlamasıdır,
kişiyi uykusundan uyandıran.

sıçrayarak uyanırız çoğu zaman,
sarıp sarmalandığımız bir düşten.
öylece kalakalmışken, sorgusuz sualsiz,
uyanışın görünmez elleri dokunur da omzumuza,
farklı bir gerçeklik sızıverir doyumsuz uykumuza.
zaman paramparça kırılır,
bir fay üzerinden kayar şimdiki an.
uyanırız, bir ürperti, bir heyecan,
yepyeni bir düş vardır sırada,
tüm mahmurluğuyla yaşanacak olan.

bir dalga gelir, bir dalga geçer,
yarın düne dönüşürken.
önce ve sonra öylesine iç içe,
zamanın sana dokunduğu kapıda.
sarsılırsın da her iniş ve çıkışta,
nedensellik ararsın bu sınırsız akışta,
sorgularsın olanı, olmayanı.
ama çırpınış neye yarar?
koşsan da, dursan da nafile!
ne yakalarsın kaçanı,
ne de durdurursun,
biteviye kovalayanı!
bir dalga gelir, bir dalga geçer,
sıralarken sen zamanı.
oysa deniz bir yere gitmez.
onda bulursun an’ı,
farkedersin,
değişmez olanı.

yüzmek suya güvenmek demek,
çırpınırsan batarsın.
su kendi doğasında, sen de,
uyumda uzlaşmak gerek.

nice yüklensen de bilgini,
nice planlasan da stilini,
yüzmek için önce güven gerek denize.
ana kucağına düşer misali,
suya teslim olmak, eşsizce.
sevgidir, yolculuğun rotası,
ve sevgi,
devinimin engininde,
nicesiz çeşniyi anlamak değil,
kabullenmektir, iki nefes arası.

insan kendi doğasına ne denli yabancı ki,
doğallık fazlaca iter ve ürkütür onu?
kendine ne kadar uzak düşmüş ki,
hep uzaklarda arar kendi evinin yolunu?
düşünceleri çok mu hatalıdır ki,
filtrelemek gerekir her sözde, muhabbette?
içinden gelen çok mu tuhaftır sanki,
ki ‘dikkatli’ davranır topluluklar içinde?
kendisini ne kadar az,
ve ne denli yanlış sever ki,
kendine farklı, diğerlerine farklıdır tavrı?
neden iç ve dış ayrımı böylesine?

korkumuz kimseden değil özde,
asıl derdimiz kendimizle!

varsayımla başlar ya teoriler,
ve koşullarca, kural kural ilerler.
oysa tutarlılığın korunağında,
‘yok sayılan’ muzipce tetikte bekler.
ama ki genişledikçe kapsam,

başlangıç ufku gözden yiter de,
en beklenmedik anda ve alanda,
varsayımlar çöker, teoriler de!
yeter, sanki, bir teori kurgusunda yaşamak.
yetmez mi ki özlemlere yaslanmak,
ve hep gidemediğimizde kalmak?
inan, var saymaktan yeğdir, yok saymak!

büyümeye zorladık meyveyi, sebzeyi,
kanser aşıladık kendi ellerimizle.
kuş bildi, kelebek bildi de gereğince almayı,
biz bilemedik, ne yazık, verene saygı duymayı!
hemen’ ve ‘daha’ hırsıyla dopdolu
eko-zincirleri kıran olduk umursamadan.
evet, ‘hemen’, ama zamanı geldiğinde,
ve ‘daha’, ama bilge doğanın istediğince.

ne denli sarsılmaz görülse de çıkarımsal vurgusu,
asal varsayımlara yenik düşer çoğu disiplinin kurgusu.
her kuram, kendi değişmezlerinden yükselir çünkü,
bu yüzden de o değişmezlerin değişimine kadardır hükmü.

ışık hep vardır da
uzaklarda görülmez olur.”

yürek merkeze çeker insanı,
zihinse dağıtır çepere doğru.
uzakların sunduğu daha fazladır sanki,
daha renkli, daha keyifli ve çok daha kolay!
oysa merkeze doğru daralır çember,
yoğunlaşır deneyim,
işte bu yüzden,
çok daha zorludur seçim.
ama ışığı gören yönünü bilir,
karanlığa bakmadan bile,
aydınlığına yönelir.

sen yolu bulmaya niyetlendiğinde,
yol seni bulur aslında.
hele ki rehber istemeye gör,
nicesi/fazlası belirir karşında.
hepsi kendi disiplinine kayıtlı,
yazık, gösteriye, gösterişe dönüşür,
çoğunun sözde içten yardımı.
ama bu yol kimsenin bildiği değil,

bu yol henüz çizilmemiş haritaya!
senin adımlarınla belirecek inişi ve çıkışı.
değişecek gidişi, dönüşecek dönüşü.
nice yorulacak, vazgeçmek isteyecek,
ve nice düşeceksin yola yeniden.
niyetin taşıyacak seni bir tepeden diğerine,

zaaflarının çukurları tuzaklarken seni.
ve döne döne anlayacaksın alemi,
döne döne kıracaksın yörüngeni.

ne bilim yeter anlamaya burayı,
ne felsefe, ne şiir,
veya öğretiler külliyatı.
anlayamazsın bu hayatı,
ne insanı, ne de yaratıyı.
anlayamazsın,
an’da yaşamadıkça.
kalıpsız, kuralsız, kıyassız,
kendi kitabını okuyamadıkça.

dünyayı ‘satman’ gerekmez,
kendini bulmak için.
bir alış veriş değil ki bu,
yoluna paha biçesin!
ne zoraki özveriler,
ne zoraki disiplin,
bir sevinç deneyimi olmalı,
kendine yükselişin.

kim ama kim buluşturabilir sizi,
hep sizde, hep sizinle olanla,
kendinizden başka?
ve kim geçebilir sizin yerinize,

gizemin özü kara deliğinizden?
bilginin en yücesi bile eşiğe dek,

ve sonrası o eşsiz yalnızlık,
bilincin öznel deneyiminde.

hakikat yolcusu marifetle oyalanmaz,
erk gösterisi değildir ereği.
gölge oyunlarıyla göz boyamaz,
ışığa hedeflidir emeği.
karmaşık değil, yalın,
telaşlı değil, sakin,
algıda net, deneyimde sade.
denizde dalga misali,
bir ve bütün,
enginliğin güveninde.

mürşid ışığı bilse de,
ışığa dönük olsa da yüzü,
arkasında durursan,
gölgesi düşer sana.
içsel dünyanda,
güneş tutulması misali,
saf ışık perdelenir.
gün ortasında,
karanlığı yaşarsın,
sorgulamadan hem de!
yapma!
dön yüzünü güneş’e!
ne yansıtıcı gerek sana,
ne de koruyucu perde.
uyumlanmak istersen,
gereken her şey sende!


sonraki sayfa