“evren zar atmaz, ya biz?”
hileli bir zar var elimizde,
adaleti kaymış, kendi yüklemelerimizle.
‘evet’, ‘hayır’ ve çokca ‘belki’ler düşüyor seçimlere.
en bildiğimizi sandığımız durumda bile,
netlik ile rastgelelik iç içe!
ama hep ve olanca savunuruz doğrumuzu,
ne güzel bir duygudur emin olmak!
ve ne denli yüceltici egoyu!
oysa neden ve ne denli emin olabiliriz ki?
‘en’ doğru ne ola ki, doğruların sonsuzluğunda?
her seçenek yine yaşama açılıyorken,
her sonuç varoluşa koordinatlı ve
her durum evrence kabul iken,
farkeden ne, bizce bakıldığında?
yoksa fark yok mu,
zar hilesiz olduğunda?
evet, hayır’a ihanettir,
hayır da evet’e.
ya belki?
belki, her ikisine de!
kutupluluk oldukça,
dürüstlükten söz etmek zor!
çünkü, her doğru, hem karşıtını dışlar,
hem onunla var olur bu oyunda.
her seçim bir onaylama,
her onay, bir yadsımadır ya,
kimi üzülür, kimi de sevinir,
senin her kararında.
sense, kendini bilene dek,
bir durak arar durursun,
bu doğru-yanlış güzergahında.
hala görecenin içinde,
ama ümit bu ya,
kendini haklamak savında
inancının tutarlılığında.
iyi ile kötü, güzel ile çirkin,
karanlık ile aydınlık, madde ile tin.
gerçeği bir kutupta arama.
giz, ne birinde, ne öbüründe,
ne burada, ne de orada,
ama hallerin geçişim alanında.
oysa biz anlama kaygısında,
salt ikiliği algılarız.
niteleriz, kıyaslarız,
ilintiyi kuran izler ararız.
nokta nokta çizgilerle
nedensellik yaratırız.
sonuçta farkı gören iki gözlü bakıştır.
oysa yaratı bağlantıda yatar,
ki, bağlantı sonu olmayan bir akıştır.
her olguyu var kılan,
karşıtıdır aslında.
iç ve dış misali iç içe,
az ve çok misali kaynaşık.
sevinç, hüzün ile halkalı,
her zirve çukurunu taşır yanında.
her birim duygu ya da düşünce,
zıddını çağırır yanına alelacele,
değişimin karmaşasında kodlu,
o eşsiz dengenin sakınımı adına.
‘hal’in sentezini zor kılan da,
bu amansız çelişkidir ya!
anlamak zihni aşar,
yürekse, bin beter şaşkın!
sadece kabullenmek kalır geriye
ve huzuru süzmek bilincin filtresiyle.
her yakarış,
düşünce okyanusuna düşen
bir çakıl taşı misali!
ama öyle çok ve çeşitli ki taşlar,
karmaşık alanlarda kırılmada,
girişmede, karışmada,
tesirler dalgalarca.
ola ki niyet tekleşsin,
ola ki niyet,
“bütün’ün hayrına” olsun,
işte o zaman,
gerçek mucizeye
tanık olursun!
“geciken yanıt, yanlış yanıttır.”
zihin, dünyasala vurur her fikri,
‘kıyas’ın acımasız ve göreceli hakemliğinde.
ve zaman yaratılır bu süreç içinde,
soru ve yanıt uzaklaşır birbirinden alelacele!
oysa anlık yanıt saf akıştır,
sonsuz düşünce okyanusundan çekilen.
sorunun özgün potansiyelinden doğan,
ve o an’ın koşullarına tıpatıp denk düşen.
ne istediğimizden eminiz,
ne de istemediğimizden.
kah ‘var’a üzülürüz, kah ‘yok’a,
enerjimiz dağılır gider ıraksal alanlara.
ayrışan istekler, çatışan düşünceler
ve karmakarışık duygular.
öylesine bulanık alanlardayız ki!
sanki seçimimizi netleştirmek için değil de,
kararımızı aklamak adına tüm çabalarımız.
oysa kutupların haklılık arayışıyla beslenir bölünmüşlük.
çelişkilere gerekçe aramaktan vazgeçmek gerek,
kabullenmek önemli, anlayabilmek için,
en başta istencimizi bütünleyerek.
varoluş, sonsuz olasılıklar bileşkesi,
denendikçe gerçek olurken bazısı,
geriye kalan yine sonsuz, hala boyutsuz,
sonlu kapsayabilir mi ki sonsuzu?
sonsuzu deneyimliyoruz sonlularda.
kah orada, kah burada,
ama hep aynı sularda.
değişen, sonlunun izlenimi sadece.
değişmeyen ise,
değişmeyene duyulan özlem.
yarın sonsuzca bir alan,
öncesi sonrası olmayan.
‘şimdi‘ ile dokunursun bir noktasına,
ve bir olası hal düşer yaşananına.
o nokta ki, nice noktaya bağımlı,
muzipçe oynak, kıpır kıpır değişken!
nefesinin rüzgarından bile etkilenen.
bilemezsin, bilmen de gerekmez hatta!
sadece inancını al yanına,
ve bırak, yüreğin yol göstersin sana.
“her deneyim, kendi hiçliğine yolcudur.”
hiçlik,
varlığın yokluğa
teğet olduğu nokta.
bir an için kalkar perde,
kör eden bir ışıkta,
ve açılır gönül gözü,
kişi dönerken varlığa.
bu bir farkındalık eşiği,
nice deneyimden sonra.
tek tek yaşananın,
farkettirdiği oyunda.
heplik ve hiçlik,
durmayan bir döngü içimizde.
en coşkun paradoksu yaşamın!
nice dokunuruz hiçlik sınırına,
bir bebeğin doğumunda,
bir gün batımı yangınında
nefesin tutulduğu bir güzellik anında.
içsel bir kahkahanın yankısında,
veya gözyaşlarının ummanında.
hiçlik ki, varoluşu açıklar varlığa,
sonsuz çekimiyle çağırır seni.
dokunursun da o noktaya
sınırsız bir titreyişle,
ne kalınır orada,
ne geçilir o kapı,
ne de özlemi diner yaşadıkça.
yaşam kabına sığmaz da
iteler durur çeperlerini,
koşmak ister,
daha daha uzaklara…
yetmez, uçmayı diler,
yukarı, daha yukarılara…
öylesine güçlüdür ki ışığın çekimi,
var olmak, ‘bir‘ olmak demektir,
‘bir‘ olmaksa, yok olmak,
titreşimin sonsuzluğunca.
ve yüreği renklerin dansında sarhoş,
ve gözleri akıl-çelenlere kapalı.
ve güneşe yükselirken İkarus misali
erir özgürlüğün balmumu kanatları….
ortak bilinç yaratır gerçekliği,
inancı veya inançsızlığı,
rüyayı veya kabusu,
mucizeyi veya felaketi.
gerçeklik ki, asıl değil,
gerçeğin bir izdüşümü sadece,
gölgeler zamanı ve mekanı,
perdelercesine günlerin ışığını.
yine de tek tük ışın sızar sessizce.
aydınlıktan korkmayanlara.
şükür ki, şimdi, sonra ve daima
güneşe dönenler olacak, hala.
serçe için kafesinin ötesidir sonsuzluk,
karınca için de bir tepenin arkası!
insansa öteleri de öteler,
zihnin o koşumsuz atında.
ve uzanır uzaklara,
tüm yorgunluğunca.
sonra…
bir an dalar yüreğine
duyumsar sonsuzluğu sonluluğunda,
yakında, çok yakınında…
bildik obje-nesne bağlantısı,
duyular aleminin kaçınılmazı!
gören görünenle,
duyan duyulanla,
seven sevilenle eşleşmiş.
oysa akış bağımsız, alan-veren ötesi,
akış, kendi varlığının tek ifadesi.
ve ‘ben’, burada olan,
gözleyen, duyan, dokunan,
gözlenen, duyulan, dokunulan,
hisseden ve hissedilen.
‘ben’ denen, kah etken, kah edilgen.
“bir ben var, benden içkin.”
peki ama ‘ben’ diyen ‘ben’ kim?
çokluğun nüvesi olan ikiliğin,
kutuplaşmanın, ayrılığın,
ve tükenmez yalnızlığın öğesidir arayış.
‘bir‘lik halinde ise,
ne arayan kalır, ne de aranan.
yangın söner,
kül/küll olmuştur çünkü yanan.