buradayız…
yakınız…
ama paralellerin kesişmezliğinden belki de,
ayrı kulvarlara düşmüş gibi yolumuz.
ve sesimiz,
sessizce yankılanmada içimizde.
bir birim anlaşmazlık
yokluyor, ‘yok’luyor,
“hem de ne kolayca!”
insan sonsuzunca
derin sandığımız dostluğu!
avuçta kum gibiyiz,
parmakların arasından kayan.
ve bomboş ellerimiz
yüreklerimizde.
ne zaman eşikleri, ne mekan,
ne kültür çeşitleri, ne de lisan.
sadece bilinç farklılıkları,
insanı insandan ayrı kılan!
bilinç göçmenleriyiz biz,
yalnız ve yoksun hissedişimiz bu yüzden.
yeni yeni boyutlara göçüyoruz,
ve uzaklaşıyoruz yekdiğerimizden!
ağır, yoğun, çepeçevre duygular,
anlaşılmazlık kendine dönmüş.
sorular iç içe, kat kat, derinlerde,
yanıtlarsa uçucu, yetersiz ve değişken.
tümleyeni olmayan boşluğun zelzelesinde,
yetmeyen ve yine de bitmeyen paylaşımlar!
onulmaz bir yorgunluk gözlerde,
zoraki gülüşlere inat.
umutların sargısında,
yalnızlık kanıyor,
dıştan içe, içten dışa.
sevince dönüş gerek,
o çocuksu sevince,
zamana yüklü bekleyişlerden öte.
durmak,
durdurmak için nefessiz döngüyü.
susmak,
susturmak için geveze gürültüyü.
ve uzaklaşmak, kalabalığın gölgesinden!
kaçmak, hem de keyifle,
sosyalliğin sorgulayan sesinden.
kapatmak gözleri betona, demire, griye,
ve uzanmak suya, buluta ve tutuksuz maviye.
kuş olmak, ağaç olmak, çimen olmak.
hissedebilmek için rüzgarın okşayışını,
soyunmak toplumsal giysilerden.
ve dolaysız özümsemek gün ışığını.
dolmak, boşluğunda zamanın,
ve bulmak, kaybettiğini insanın.
yürüdükçe,
görünür ve kaybolur umutlar,
gel-geç detayları misali yolun!
gün geceye, güneş yağmura vurur,
dostluklar kurulur, dostlar yok olur,
değişir seyircileri yolculuğunun.
tek sen kalırsın sana can olan
her an yeniden kendine doğan.
yürüdükçe,
adımlar sabırsızdır yarına.
yine de duraklar iyi gelir,
yol yorgununa.
ne yaman çelişki!
bir yanda birliği arayan bireyselliğimiz,
öte yanda, yaratılışın özü, çeşitliliğimiz!
nafile bir acı, farkındayız, ama,
neden canımızı yakar farklılığımız?
ve neden kendimizi dağıtır
her bütünleşme çabamız?
insan, insanla öğrenir insanı,
öylesine iç içe, öylesine biteviye.
oysa insanı aşmak adınadır beraber yaşamak!
bağımlılığın uyuşturucu keyfinde,
bağların acısı vurduğunda, er ya da geç,
bir sancı başlar özlemin rahminde.
göbek kordonundan kopmaya hazır,
ve doğmaya sabırsız bebek güzelliğinde.
“nice köprüler var,
bağladığını sanarken
bizi bizden ayıran!
iki uç varsa, ayrılık vardır çünkü,
zaman ve uzam girmiştir araya.”
senden farklı bilirsin,
önce karşıya koyarsın da,
kişiyi, olguyu veya bir hayali,
sonra uzanırsın ona, düşüncede, tavırda,
en çok da kırılgan duygularda.
ama uzaklığı tüketmez hiçbir çaba.
köprülerin dışlayandır çünkü,
kıldan ince, kılıçtan keskin,
korku yüklü, telaş yüklü, düş yüklü.
vazgeç köprülere yüklemekten umudu,
ararcasına gökkuşağının sonunu!
tüm renkler sende zaten,
sende, mutluluğun odağı.
beyaz ışık misali gülümsemen,
gözyaşının prizmasında kırılır da,
içinde doğar o sonsuz gökkuşağı!
“yeni bir kapıyı açarken,
öncekini kapamak gerek.”
öyle çok hata yaparız ki bazen,
bir yazıda, resimde, bir tasarımda,
veya bir ilişkiyi anlamada,
yeniden başlamak çok daha kolaydır,
sorun zincirini onarmaya çalışmaktansa.
her neyse yanlış bildiğimiz,
bilgisi bizdedir artık,
‘niye?’, ‘nasıl?’ sorgusalından öte.
ve eskiyi silme zamanıdır şimdi,
duyguda, düşüncede tortulardan arınmak
ve ‘yeni’yi, yeni, yepyeni yaşamak!
her şey gelip geçerken,
zaman-mekan penceresinden,
ve dokunup kaçarken herkes,
kendi yaşamının arayışında,
birinde kalma çabasıdır evlilik.
bir garanti arayışı, sevgiye dair,
ve bir özlem, ikide birliği kutsayan.
belgedeki soğuk damga değil de,
yüreğin mührüyse candaşlığı onaylayan,
ve ruhun özgün akışını,
tutsaklamazsa bağlar,
yola beraber düşmek…
denemeye değer!
ola ki ortak bir öykü yaratırken
kendi öyküsünü yitirmesin bireyler!
“ama yazık ki penceremiz kirli,
anlama çabasındayız çünkü…”
içe düşerse bakışın,
kendi evreninden süzülür,
can özün, has ışığın.
saflığı boşluğun kuytusunda,
şiddeti ise bilinmezin korkusunda.
dayanamazsın!
ve ‘dış’ yaratılır kaçışında.
bir filtre ararsın,
renklendirirsin beyazı.
sınıflarsın, yargılarsın olanı.
ve kirlenir seni senden ayıran,
görünmez pencerenin camı.
nerede bir içsel çağrı varsa,
orada bir dost bulunur birden.
buluşan ne gözler, ne sözlerdir aslında,
buluşan, gereksinimlerdir ruhsal planda.
çokdan aza, azdan çoka üleşimlerde,
hesaplı veya hesapsız paylaşımlarda,
çok fazla, ya da çok az ise salınım,
delice ise, veya yetersizce,
‘yeter’ noktasına vurur denge sarkacı,
çoğunlukla habersizce.
ayrışır yollar dünya katında.
yürekte ise duygunun ayak izleri,
saklı kalır bir sonsuz hayatta.
gün, nice koşturmanın yorgunluğunda,
insan insana çarpıp dururken bu oyunda.
etkileşim ‘ince‘ alanlarda da sürer,
görünmez ama etkin yoğunluğuyla.
herkes her yerde, geliş-gidişte,
sızlanmalar yüklenmiş, bekleyişte.
kimi gelir enerjini ödünç alır,
kimi yükler seni kendiyle, seni tüketir!
yenilenmek için kaynağa bağlanmak gerek,
günün karmaşasından arınmak, temizlenmek.
dağınık, kirlenmiş enerjilerden uzak,
bir başına, saf akışta yüzmek ve sürüklenmek.
kişi, katmanlarına yüklemiştir değerini.
unutur da asıl özneyi,
’ben’ diyemeden bekleyeni,
sargılarıyla özdeş bilir derinliğini.
ve öylesine karmaşık kılar ki benliğini,
öyle sanar ve öyle de sunar kendini.
kocaman bir gözdür
içimizdeki evren,
ki, kendisini göremez.
kocaman bir kulak,
kendini işitemez.
koklayamaz, tadamaz,
dokusuna dokunamaz.
duyumların tümüdür ya,
kendini duyumsamaz.
’farkındalık’ deriz bu yüzden,
tüm duyumlar-ötesi.
öyle bir hal ki, olası,
kalkar gizin perdesi.
içimiz deniz,
dışımız deniz…
o deniz ki,
asal ortağımız,
sevgimiz!
bizi bizden ayıransa
sadece derimiz!
ne hayal, boş hayal,
ne de laf, boş laf,
evet var, bir hal var,
bedeninle tüm evreni kucakladığın,
her duyuda yekdiğerine karıştığın.
ses gibi, nefes gibi, sevgi gibi uçucu,
ve ses kadar, nefes kadar, sevgi kadar gerçek.
bir hal var, her halin özlediği
ve bir gerçek,
her gerçekliğin özde bildiği.