maddenin içindeki tin

Aslında sanki insan aklı gerçeğin gizlerini çözmek için yaptığı girişimlerde bu gizlerin kendisi ile bir ortak yanı olduğunu keşfediyormuş gibi görünüyor. Bilinç alanı, kuantum alanıyla aynı süreme ait olabilir. Kuantum kuramının şu temel ilkesini unutmayalım: Gözlem ediminin kendisi, başka bir deyişle gözlemcinin bilinci, nesnenin tanımına, hem de daha derinleşmesine, gözlenen nesnenin varoluşuna girer. Gözlemci ve gözlenen nesne bir tek ve aynı sistem oluştururlar.

Doğrudan doğruya Kopenhag Ekolü çalışmalarının sonucu olan gerçeğin bu yorumu, madde, bilinç ve tin arasında her türlü ayrımı ortadan kaldırmaktadır. Bu aynı bütünlükteki üç öğe arasında sadece gizli bir etkileşim vardır. Kuantum fiziğinin en çekici deneylerinden birini anımsayalım: Young deneyi.

Schrodinger denklemine göre, ışık parçacıkları bir ekranın yarığı arasından geçerek arkadaki duvara çarptıkları sırada, bu parçacıkların yüzde 10’u bir A bölgesine, geri kalan yüzde 90’ı ise bir B bölgesine gideceklerdir. Oysa tek başına ele alınan bir parçacığın davranışı önceden kestirilemez. Sadece çok sayıda parçacığın dağılım tipi önceden kestirilebilen sayısal yasalara uymaktadır. Parçacıkları yarıktan teker teker gönderirken, bunların yüzde 10’u A bölgesine çarptıktan sonra, geri kalanlarının, olasılığının bittiğini ve bu bölgeden kaçmak zorunda olduklarını biliyorlarmış gibi gelecektir bize.

Neden? Öyleyse parçacıklar arasında ne tip bir etkileşim var? Birbirlerine sinyal mi veriyorlar? Davranışlarını yönlendiren uygun bilgiyi doğrudan doğruya kuantum alanı ağından mı alıyorlar?

Young deneyini inceleyerek bunları evre evre bulmaya çalışacağız.

I.B.-Tin’ dediğimiz şeyi maddede bulmak için, sonucu yıllardan bu yana bir giz olarak kalan şaşırtıcı bir deneyden yararlanarak, kuantumun o garipliği içine gireceğiz. Daha önce hakkında birkaç söz söylediğimiz bu deney ‘çift yarık deneyi’ adıyla tanınmıştır. Kuantum kuramının temel öğesini oluşturmaktadır.

J.G.- Hangi nedenle?

G.B.- Çünkü, bir gün Amerikalı fizikçi Richard Feynman’ın dediği gibi, “klasik biçimde açıklanma olasılığı bulunmayan ve kuantum mekaniğinin özünü içinde barındıran bir olayı ortaya çıkarmaktadır. Gerçekte, içinde sadece gizi taşımakta…

I.B.- Eğer böyle bir gizi çözebilmek değil de, sadece neyi içerdiği konusunda –belirsiz de olsa- bir fikir edinmek istiyorsak, bir kez daha güncel dünyaya yaptığımız son göndermelerden vazgeçmemiz gerekiyor.

J.G.- Niels Bohr’un bahsettiğiniz bu garip şeyi özel bir betimleme biçimi vardır. Eğer biri ona gelip kuantum kuramının gizlerinden birinin çözümü ile ilgili yeni bir fikir ortaya atarsa, şöyle söyleyerek eğlenirdi: “Kuramımız çılgınca, ama doğru olması için yeterince çılgınca değil.

G.B.- Bu anlamda kuantum kuramının başarısı marjinal olarak, çoğu zaman da alışılmış mantığa karşı biçimde, ortaya atılmış olmasından ileri geliyor. Bu yüzden bu kuramın ‘çılgın’ bir yanı, artık bilimi aşan bir yanı vardır. Henüz açıkça bilmesek de, burada söz konusu olan bizim dünya tasarımımızdır ve geri dönülmez bir biçimde sallanmaya başlamıştır.

J.G.- Böyle bir sallanma ile ilgili bir örnek verebilir miyiz?

G.B.- Bir çiçeği ele alalım. Onu görüş alanım dışında bir yere, bir başka odaya koymaya karar verirsem, gene de varolmayı sürdürecektir. Günlük deneyimlerimiz bunu böyle varsaymamızı sağlıyor. Oysa kuantum kuramı bize bambaşka bir şey söylüyor: Bu çiçeği yeterince inceden inceye gözlemlersek, yani bunu atom düzeyinde yaparsak, derin gerçekliği ve varoluşu, onu gözlemleme biçimiyle sıkı sıkıya bağlıdır.

J.G.- Atom dünyasının, üstüne bir ölçü aygıtı yöneltilmedikçe hiç bir belirli bir varlığı olmadığını kabul etmeye hazırım. Burada önemli olan bilinçten bilince geçiş oyunudur; matematiksel bir deyişle, “var olan niceleyici” rolüdür. Bu rol de maddesel demekte direndiğimiz bu gerçekliğin ortasında, sadece tine aittir.

I.B.- İlk kez İngiliz fizikçi Thomas Young’ın 1801’de yaptığı ünlü deneye dönerek, bu bilinçten bilince oyununu şimdi açıkça kurmaya çalışacağız.

Düzeneği yeniden hatırlayalım: Üstünde iki yarık açılmış düz bir yüzey, ön tarafa konulmuş bir ışık kaynağı ve arkaya yerleştirilmiş bir ekran. Foton denen ‘ışık taneleri’ iki yarıktan geçip arkadaki ekrana çarptıklarında neler oluyor?

Yanıt 1801’den bu yana klasik: Ekranda sıra ile (hemen akla ‘girişimler’ fenomenini getiren) karanlık ve aydınlık bir dizi dik çizgiler oluşuyor.

J.G.- Öyleyse, zaten Young gibi biz de ışığın, sudaki dalgalarla aynı yapıda dalgalar sayesinde yayılan bir akışkana benzediğini söyleyebiliriz.

Oysa daha önce bahsetmiştik; bu, Einstein’in vardığı sonuç değil. Ona göre, ışık fotonlardan, küçük tanelerden yapılmıştır. Nasıl oluyor da birbirlerinden ayrılmış, fır fır dönen sayısız taneler art arda bir koyu, bir açık renkte kuşakları bulunan, uyumlu ve belirli şekiller oluşturabiliyorlar?

G.B.- İşte giz de tam tamına burada. Bunun önemini anlamak için deneyi aşama aşama yürütmeyi öneriyorum.

İlk önce bu yarıklardan birini kapadığımı varsayalım, örneğin soldakini. O zaman fotonlar sadece sağdaki yarıktan geçmek zorunda kalacaklardır. Işık kaynağının şiddetini, fotonları teker teker salacak denli azaltalım.

Şimdi bir fotonu ‘salalım’. Bir an sonra bu foton açık olan tek yarıktan geçip ekrana çarpacaktır. Kökenini, hızını ve yönünü bildiğimiz için, Newton yasaları yardımıyla, fotonumuzun ekrana vuruş noktasını tam olarak önceden söyleyebiliriz.

Şimdi de deneye yeni bir öğe daha katalım: Soldaki yarığı açacağız. Sonra, bir yeni fotonun aynı yarığın, sağdaki yarığın yönündeki yörüngesini izliyoruz. İkinci fotonumuzun birincisiyle aynı yerden hareket ettiğini, aynı hızla ve aynı yönde gittiğini anımsatalım.

J.G.- İyi anladımsa, bu ikinci “foton salma” sırasında tek ayrım, birincisinin tersine, soldaki yarığın artık açık olmasıdır.

G.B.- Çok doğru. İkinci fotonun ekranda tam tamına birinci fotonla aynı yere çarpması umulurken, hiç de böyle olmuyor. İkinci foton, ilk vuruş noktasından tümüyle değişik, bambaşka bir yerde ekrana çarpıyor. Başka bir deyişle, olay sanki ikinci fotonun davranışı soldaki yarığın açılmasıyla değişmiş gibi gelişiyor.

Öyleyse, işin gizi şurada toplanıyor: Bu foton soldaki yarığın açılmış olduğunu nasıl keşfetti? Yanıt vermeye kalkışmadan önce, daha ileriye gidelim. Ekrana doğru yarıkların herhangi birine nişan almadan teker teker fotonları göndermeyi sürdürelim. Bir süre sonra ne göreceğiz? Tüm beklentimize karşın, fotonların vuruşlarının ekranda birikiminin, ilk deney sırasında hemen oluşan girişim örgüsünü yavaş yavaş yeniden oluşturduğunu göreceğiz.

Burada da yanıtı olmayan bir soru ortaya çıkıyor: Nasıl oluyor da her foton komşularıyla birlikte bir dizi çok düzenli dikey çizgiler içeren bir geometrik görüntü oluşturmak için ekranın hangi bölümüne çarpacağını biliyor? Başka yerde olup bitenler hakkındaki bilgi, burada ortaya çıkması olası bir şeyleri belirlemek için nasıl toplanmış?

J.G.- İnsan neredeyse fotonların bir tür basit bilinçleri olduğunu düşünüyor. Bu da ister istemez Teilhard de Chardin’in görüşünü anımsatıyor. Ona göre evrende her şey, en küçük parçacık bile, belli ölçüde bilince sahiptir.

I.B.- Bilimin bugünkü durumunda, bilim adamlarının çoğu bu düşünceyi paylaşmıyor. Bununla birlikte kimileri güç bir engeli aşıp, temel parçacıkların az çok özgür istence benzer bir özellikleri bulunduğunu düşünebilecek kadar ileri gidiyor. Örneğin, Amerikalı fizikçi Evan Walker 1970’de şu ilginç tezi ortaya atmış: “Bilinç tüm kuantum olayları ile birleştirilebilir; çünkü her olay ne de olsa en sonunda kuantum olaylarından birinin ya da bir çoğunun ürünüdür. Evrende bilinçli, kesikli (matematiksel anlamda), evrenin işlemesinden sorumlu neredeyse sınırsız kendilikler yaşar.”

G.B.- Bilinçten söz edecek kadar ileriye gitmeden, burada gözlemlenen gerçekliğin, gözlemci tarafından kabul edilen görüşe ne ölçüde bağlı olduğunu görmek gene de şaşırtıcı.

Bir başka örnek verelim. Varsayalım ki deneye katılan fotonlardan her birinin hangi yarıktan geçtiğini saptayabiliyorum. Bu durumda, ne denli şaşırtıcı görünürse görünsün, ekranda girişim örgüsünün oluştuğunu saptayamam! Başka bir deyişle, deneysel olarak, fotonun kesinlikle belli bir yarıktan geçen bir parçacık olduğunu inceleyip ortaya çıkarmaya karar versem, o zaman bizim foton tam tamına, bir delikten geçen bir parçacık gibi davranır.

Tersine, deney sırasında her fotonun yörüngesini izlemeye çalışırsam, o zaman da parçacıkların ekran üzerindeki dağılımının bir dalga girişimi şeklini ortaya çıkardığını saptarım.

J.G.- Kısacası, burada insan fotonların gözlemlendiklerini bildiklerini, daha doğrusu, nasıl gözlemlendiklerini bildiklerini sanıyor.

I.B.- Biraz öyle. Her ne kadar bilinç kavramının kuantum dünyasını dolduran kendiliklere uyarlanabilir olduğunu düşünmek hayali bir şeyse de.

Buna karşılık, bu şaşırtıcı deney bir temel parçacığın uzayın belli bir noktasında nesnel varoluşundan söz etmenin anlamı bulunmadığını doğrulamaktadır. Bir kez daha söyleyelim, bir parçacık uzay ve zamanda belli bir noktadaki nesne biçiminde ancak gözlemlendiğinde vardır.

G.B.- Aslında böyle bir deneyin sonuçlarını anlamanın tek yolu fotonun belli bir nesne olduğu düşüncesinden vazgeçmektir. Gerçekte o, iki yarıktan aynı zamanda geçen ve ekranda kendi kendisiyle girişim yapan bir olasılık dalgası biçiminde vardır.

J.G.- Bundan, maddeyle tin arasında girişimi anlatan daha iyi bir örnek olmadığı sonucuna varıyorum. Bu olasılık dalgası, kendisini gözlemlemeye kalkıştığımızda belirli bir parçacığa dönüşüyor; gözlemlemediğimiz sırada da tersine tüm seçeneklerini açık tutuyor. İşte bu da insanı fotonun deney düzeni hakkında bir bilgisi olduğu düşüncesine götürüyor -gözlemcinin yaptığı ve düşündüğü hakkındaki bilgisi dahil. Bir anlamda demek ki parçalar bütünle ilişkide…

I.B.- Kısacası, dünya en son anda, gözlem sırasında belirleniyor. Daha önce, (dar anlamda) hiç bir şey gerçek değil. Foton ışık kaynağından ayrılır ayrılmaz artık foton olarak var olmuyor, dalgalı bir olasılık katarına dönüşüyor.

O zaman ilk fotonun yerini, ekrana dek değişik yolları izleyen bir dizi ‘hayalet fotonlar’, bir sürü yedekler alıyor.

J.G.- Bir teki dışında, tüm bu hayaletlerin yok olması için bu ekranı gözlemlememiz de yeterli. Geri kalan foton o zaman gerçek oluyor.

G.B.- Bu, bir kuantum nesnesinin kendisini gözlemlemeyi bıraktığımızda ne olduğu sorusunu akla getiriyor: Sadece yok olmak için mi yeniden bir sürü hayalet parçacıklara bölünüyor?

I.B.-Hayalet parçacıklar” kavramı felsefi açıdan ilginç bir sonuca varıyor. Bu görüş Niels Bohr’un dikkatinden kaçmamıştır. 1927 yılında bu büyük kuramcı tek bir dünya düşüncesinin yanlış olabileceğini önerdi. Çift yarık deneyimize dönelim: Bohr’a göre, iki durumun (A ya da B yarığından geçen fotonun izlediği iki olası yolla temsil edilen) gerçekten de birbirinden tümüyle değişik iki dünyaya karşılık olduklarını düşünmemizi engelleyecek hiç bir şey yoktur.

J.G.- Bununla ne demek istiyorsunuz?

I.B.- Şunu demek istiyorum: Bu olası dünyaya, parçacık A yarığından geçiyor; oysa B yarığından geçtiği ikinci bir dünya var.

G.B.- Usavurmayı sonuna dek götürmek için şunu eklemek gerek: Bizim gerçek dünyamız iki alternatif gerçekliğin üst üste gelmesinden doğuyor; öyle ki, bu iki gerçeklik de fotonun iki olası yoluna karşılık oluyor. Parçacığın hangi yarıktan geçtiğini öğrenmek için ekranı gözlemlemeye başladığımız anda, ikinci parçacık hemen yok oluyor; bu da girişimleri ortadan kaldırıyor.

J.G.- Biraz önce söylenenlere bakarak en uçta bulunan iki sonuca varmayı göze alabiliriz.

İlk sonuç felsefede henüz hiç akla gelmemiş yeni bir düşünceyi kapsıyor: Gerçekliğimizin yanında sadece hayalet parçacıklar değil, tam evrenler, bizim dünyamıza ‘paralel’ evrenler vardır. Bu durumda, bir labirent içinde yürümemiz gerekecektir. Burada tümü de gerçek ve doğru, ama erişilmez olan bir sürü olası dünyalar dar yolumuzu tıkayacaklardır. Bu tezin bana neden çok belirsiz göründüğünü ilerde anlatacağım.

İkinci sonuç: Hiç kimse, fotonun A ya da B yarığından geçmeyi seçtiği sırada, foton düzeyinde neler olup bittiğini açıklayacak durumda değildir. Çünkü, A yarığı karşısında fotonun B yarığının açık ya da kapalı olduğunu biliyormuş gibi görünmesi bir giz. Kısacası, sanki foton evrenin kuantum halini biliyor. Oysa, fotonun şu ya da bu yolu seçmesini sağlayan nedir? Hayalet dünyaları yok eden nedir? Sadece gözlemcinin bilinci. İşte şimdi gene tine geldik: Dünyamızın görünmeyen sınırlarında, gerçekliğimizin altında ve üstünde tin var. Belki de orada, kuantum garipliğinin içinde, bizim insansal tinlerimiz ve Tanrı dediğimiz o aşkın varlığın karşılaşacaklardır.

Bir şey daha söyleyeyim: İzlediğimiz deney bize belirli bir dünyada yaşamadığımızı gösteriyor. Tersine, özgürüz ve her şeyi, her an değiştirebiliriz. Onun için, temel parçacıklar madde parçaları değil, sadece Tanrı’nın elindeki zarlardır.

I.B.- Burada Einstein’in kuantumlar kuramı savunucularıyla uzlaşmak için elimize bir fırsat geçti. Gerçekten de, söz konusu kuramın söylediği gibi, zarlar pekala vardır; ancak, Einstein’in görüşüne göre, bu zarlarla oynayan Tanrı değil, insanoğlunun kendisidir.

J.G.- Öyleyse bunları her an iyi yöne doğru yuvarlatmayı bilmek bize düşüyor.