Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var?
Hangi doğruyu?
Hangi umudu?
Hangi bilgiyi?
Bu yüksek sesle felsefe denemesinden aklımızda neyi tutmalıyız?
Önce, sanki anlamsızın içinde anlamı, rastlantıların en küçüğü içinde ‘tasarlanan’ şeyi, olayların inceliği içinde önemli olanı, bir kuşun ötüşünü, bir damla suyun düşüşünü, havada esen rüzgarı aramanın bin biçimini…
Tüm bu küçük şeyler, gerçeklik isteği gibi önüne geçilmez bir gereksinimi doğuruncaya dek içimizde toplanarak, gerçeği oluşturmak için görünmeyenin içinde elbirliğiyle çalışıyorlar.
Şu sorularla söyleşimizi açmıştık, onlarla kapatıyoruz:
Evrenin anlamı nedir?
Bütün bu olanlar bizi nereye götürüyor?
Neden hiçbir şey yok da bir şey var?
Derin düşünceyle bu sorunun içine dalanları birden en şiddetli bir felsefi başdönmesi yakalar. Teilhard de Chardin gizle ansızın karşı karşıya geldiğinde ancak yedi yaşındaydı. Annesinin elindeki bir tutam saçın yanan bir kibrit değdiğinde birden yok olduğunu görmüştü. Alev söner sönmez, küçük Teilhard hiçliğin düşüncesiyle sarsıldı. Teilhard kendi kendine sormaya başladı: Neden nesneler var? Neden bunların bir sonu oluyor? Benim içimde olan –‘ben’ olan- ve varoluşunun derin nedenini bilmeyen bu varlık nereden ortaya çıktı?
Evren –yüz milyarlarca yıldız, milyarlarca galaksilerin içine dağılmış, bunlar da sessiz, boş, donmuş bir sonsuz büyüklük içinde yitmiş… Düşünce, kendisinden bu denli değişik, kendisine korkunç, zorba ve düşman gibi görünen evren karşısında ürküyor: Neden var bu evren? Ve neden, onun dolayısıyla biz varız?
Madde, ortaya çıkışından yirmi milyar yıl sonra uzay-zaman içindeki koşusunu sürdürüyor. Ama bu koşu maddeyi nereye götürüyor?
Kozmoloji, evrenin öncesiz-sonrasız olmadığını, çok çok uzak da olsa, sonunun geleceğini söylüyor. Şu iki olasılıktan birinden kaçamayacaktır: Soğuktan ölüm, ya da ateşten ölüm.
Birinci durumda, evren “açıktır” deniyor. Yıldızlar en son yedek ışıklarını da saçtıktan sonra teker teker sönerken, galaksiler de sonsuzlukta yitiyorlar ve bu arada da evrenin genleşmesi durmadan sürüyor. Protonun yaşam süresinin ötesinde maddenin kendisi de dağılıyor. Son kozmik tozların da uçsuz bucaksız kara bir çukur durumuna gelmiş, can çekişen evrenin içinde yok olacağı son an gelip çatıyor. Sonunda, ‘uzay-zaman’ın kendisi de ortadan kalkıyor: Her şey yeniden hiçliğe dönüyor.
Metafizik gözle bakılırsa, bu büyük tutuşmadan, bu yavaş yavaş yoğunluk azalmasından, yok olmadan önce gökkuşağının tüm renklerini alan bu sınırsız ışınlamadan daha dokunaklı bir şey olamaz.
Yüzlerce milyar boyunca evrenin her yerinde birikmiş bilgiden geriye ne kalacak?
Buna verilecek yanıt belki de bir sistemin bilgisi (organizasyonu) ile entropisi (bu sistemin düzen yitirimi) arasındaki bir bağıntıyı ortaya çıkarmakla bulunabilecektir.
Bilgi edinmenin enerji tükettiğini, dolayısıyla bir sistemin içinde global entropinin çoğalmasına neden olduğunu fizikçilerin çoğu ile birlikte kabul edebiliriz. Başka bir deyişle, entropi bir sistemin fiziksel düzensizliğini ölçüyorsa, bu aynı sistemin sınırlı olarak elinde bulunan bilgi miktarının da dolaysız bir göstergesi olmalıdır. En son olarak da, evreni yok oluşu sırasında belirleyecek en yüksek düzensizlik hali, maddesel evrenin ötesinde, yine en yüksek ölçüde bilgi bulunduğunun işareti olarak yorumlanabilir.
Evrenin bilgi üretmek ve bu bilgiyi devindirmek yönünde olan erekliliği burada sonu ile karışıyor. Bu son aşamada, kozmosun tüm tarihi, salt bir bilgi bütünlüğüne dönüşmektedir.
Evrenin uzun vadede yazgısı önceden kestirilebilir değildir, en azından, henüz değildir. Tüm kütlesi, belli bir kritik değerin üstünde bulunuyorsa, o zaman oldukça uzun bir süre sonra genleşme evresi sona erecektir. Bu durumda, yeni bir büzülüm, kozmosu başlangıç noktasına geri getirebilir. Galaksileri, yıldızları, gezegenleri oluşturan madde, tümü yeniden uzayı ve zamanı ortadan kaldıran basit bir matematiksel nokta oluncaya dek büzülmüş olacaktır.
Bu senaryonun daha öncekinin tersine olmasının yararı yok: Burada da her şey hiçliğe dönüyor. Burada da yavaş bir maddesizleşme süreci sonunda bilgi maddeden ayrılıp, sanki sonsuza dek ondan kurtulacaktır.
Kozmosun yazgısının böyle bir incelemesinden çıkarılacak bir sonuç var mıdır? İki hiçlik arasında bulunan bir evren hakkında ne düşünülebilir? Her şeyden önce şu düşünülebilir: Eğer bizim gerçekliğimiz zaman içinde varsa, bu gerçekliğin nedeni, zaman ötesinde olması, uzay gibi zamanı da aşmasıdır.
Gerçekle ilgili olarak yapılan çeşitli bilimsel saptamalar arasında, bizim gerçekliğimizi aşan bir kendiliğin varolduğunu şiddetle öneren üç tanesinden söz edelim:
İlk saptama: Evren bize sonlu, kendi üstüne kapalı gibi görünüyor. Onu, içinde her şeyin bulunduğu bir sabun köpüğüne benzetirsek, bu köpüğün ‘çevresinde’ ne vardır? ‘Dışı’ neden yapılmıştır?
Öyleyse, evrenimizin ötesinde çok daha karmaşık ‘bir şey’in varolduğunu ileri sürebiliriz. Bu ‘şey’, biraz da geniş bir okyanustaki dalga gibi, gerçekliğimizin eninde sonunda içine battığı bir bütünlüktür.
İkinci soru şudur: Evren zorunlu mudur, yoksa, tersine, zorunlu olmayan (contingent) bir oluşum mu?
Kuantumun belirsizliğinden üstün olan bir belirlenimcilik (determinizm) mi söz konusu? Eğer kuantum kuramı bize olasıcı yorumun gerçekliği betimleyen tek yorum olduğunu tanıtladıysa, bundan, kararsız bir doğa karşısında evrenin dışında bir nedenler uyumunun bir nedeni, bu evrenden ayrı, ayrımcı bir zekanın varolması gerekir.
Son olarak da üçüncü, en önemli saptamayı söyleyelim: “İnsan ilkesi”.
Evren, bir kaç büyük değişmeze göre, akıl-almaz bir kesinlikle kurulmuş ve düzenlenmiş gibi görünüyor. Burada, doğanın falan değil de filan değeri seçtiğini belirlemek olanağı yoksa da, değişmez, hesaplanabilir normlar söz konusudur. Şunu kabul etmek gerekir ki, gerçekliğimizin dayandığı ‘matematiksel mucize’nin çeşitli şekillerinin tümünde, evren mutlak kaosun özelliklerini göstermiş olabilir: Birleşip de hemen sonra ayrılarak, o çılgınca dönüşleri sırasında durmadan düşen atomların düzensiz dansıdır bu. Ve kozmos, bir düzen imgesini düşündürdüğüne göre, bu düzen bizi kendisinin dışında olan bir nedenin ve bir sonucun bulunduğu düşüncesine doğru götürüyor.
Daha önce tüm söylenenlere bakarak, evreni gizli şifre ile verilmiş bir mesaj, tam da çözmeye başladığımız bir tür hiyeroglif gibi düşünebiliriz. Peki ama bu mesaj neyi içeriyor? Her atom, her parça, her toz zerresi evrensel bir anlamı olduğu ölçüde vardır. Kozmik şifre de şöyle çözülüyor: Önce madde, sonra enerji, en sonunda da bilgi.
Ötede başka bir şey var mı? Evrenin bir gizli mesajı olduğu düşüncesini kabul edersek, bu mesajı kim yazmıştır? Bu kozmik şifrenin gizi bize yazarı tarafından zorla benimsetildiyse, şifreyi çözme girişimlerimiz, içinde bu yazarın kendisi hakkındaki bilgiyi yinelediği bir tür örgü, bir tür gitgide daha net gösteren ayna oluşturmuyor mu?
Henri Bergson bu dünyadan göçeli yarım yüzyıl oldu. Tüm filozoflar gibi o da en son soruyu hiç aklından çıkarmayarak, şu tuhaf sözü mırıldanmıştı:
“Evren, bir tanrı üretme makinasıdır.”
Bu, onun son filozof soluğu oldu.