Kayıp Bilgi ve Merkezdeki Bütün/Boşluk
Bir mesel: İki arkadaş kaos teorisinin günlük yaşama nasıl uygulanabileceği konusunda bir kitap yazmaya karar verir. Kitabı, her biri teorinin bir bölümünü açıklayan ve sonuçlarını araştıran yedi bölüme ayırırlar. Sonraki bir kaç ay, bir şeyi atlamış olduklarını fark edene dek etkin bir şekilde birbirlerine taslaklarını ve notlarını göndererek çalışırlar.
Kaos teorisi tahmin ve kontrol edememeyle ilgilidir. Hiçbir zaman tam bir tanımlama yapamamayla ilgilidir. Bilim adamlarının ‘kayıp bilgi’ dedikleri şeyle ilgilidir! Öyleyse, kayıp bilgiyi nereye koyacaklar?
Daha sonra bu arkadaşlarımızın aklına kaosun simgelerinden biri olan irrasyonel sayılar gelir. İrrasyonel sayılar, sayı çizgisi tamamen dolu olsa bile, kendilerine bir boşluk bulan sayılardır. Karar verirler, “İrrasyonel bir bölüm yapsak iyi olacak.” Ve bu bölüm doğdu!
—
Paradokslar ve koanlar bizi mantıksal, rasyonel, düzenli düşüncenin kıyısına getirir. Biz problemden bir çıkış yolu bulmaya çalıştıkça, zihinlerimizin döngüler içinde çalışmasına ve mantık tekrarlamaları yapmasına yol açar. Yine de tasarlandıkları bağlamda hiç bir çözüm yoktur. Koanlar bize, gerçeklik kavramımız hakkında bir şeylerin tamamlanmamış olduğunu, bir şeylerin kayıp olduğunu anlatırlar. Ama ilk etapta böyle paradokslar üzerinde düşünmenin kendimizin, yarattığımız kavramsal sistemlerden daha büyük olduğu anlamına geldiği geldiği gerçeğin ta kendisidir. Arayıp durduğumuz o kayıp bilginin ‘biz’ olduğunu söyler.
‘Koan‘lar bizi, dünyayı düalitelere bölme, kavramları uygun kategorilere yerleştirme, sonra da bunların çevresine sınırlar çizme isteğimizle yüzleştirirler. Bizi böyle düşünmenin kıyısına getirerek, yaratıcılık için gerekli olan, zihnin değiştiği ve gerçeklik algısının kendini yeniden organize ettiği zihinsel bir kaos yaratırlar.
—
Bir şeyleri atlamadan irrasyonel bir sayıyı asla yuvarlayamazsınız. Atlamış olduğunuz şey de bilginizdeki bir boşluktur. Aynı zamanda, irrasyonel sayıların sonundaki o noktalar –bu bölümün başlığında olduğu gibi—sistemin bütününe, gizli geri bildirim döngülerine, dışarıdaki bütün küçük kelebeklere götüren bir patikadaki atlama taşları gibidir. Bir başka deyişle, kayıp bilgiyle ilgili bu noktalar, bütün için bir semboldür.
Edward Lorenz ikinci hava tahmininin ilkine uymadığını bulduğunda, onun da sorunu kayıp bilgiydi. Sayıları altı yerine yalnızca üç ondalık haneye yuvarlamak tamamen farklı bir resimle sonuçlanmıştı. Kaos kuramcıları hem ilke, hem de uygulamada, her zaman bilgimize yönelik bir sınırlama, verilerde bir boşluk, kayıp bir bilgi olacağını belirtme konusunda kıvrak olmuşlardır. Bizim veri toplayabilme yetimiz, bırakın dünyayı, hava durumu gibi karmaşık bir sistem hakkında her şeyi bilmek için hiçbir zaman yeterince kapsamlı olamaz. Öncelikle, karmaşık bir sistemde, sistemin bir ‘parça’sıyla diğeri arasında belirgin bir bölünme yoktur; bu durumsa ‘tüm’ bilgiyi elde etmeyi olanaksız kılar. Ayrıca, bilgi elde etmeye çalışma eylemimiz, yalnızca varlığımız bile, bir sistemi tahmin edilemez biçimlerde altüst eder.
İşte bir koan: Kaos teorisi bize kayıp bilgi hakkında bir şey anlatıyorsa, bütün öykünün bu kadar olmadığını da söylemiyor mudur? Kaos teorisi bir bilimdir ve bütün bilimler değişime tabidir. Elli yıll içinde, bu teori büyük olasılıkla bugün olduğu biçimden çok farklı görünecektir. Ama kayıp bilgi sorununun bir şekilde çözülmüş olabildiği anlamına gelmez mi bu? Belki, ama çok da mümkün değil. Paradoks ve sınırlama biz insanların düşünme ve var olma biçimlerine özgü gibi gözüküyor. Kaos teorisi ister değişsin isterse gözden kaybolsun, bütün fikirlerimizin merkezinde önemli bir bütün/boşluk [(w)hole] türünün daima olacağı oldukça kesin gibi görünmektedir.
Koan: Bütünü (whole) cebinize koyamazsınız, bunun nedeni cebinizin bütünün (whole) bir parçası olmasıdır. Bu nedenle kendi içinde bir boşluğu (hole) vardır.
Şimdi, kaosun kendisini gerçekliğe arz ediyor ve orada açığa çıkan gözden kaçmış bir boyut yakalıyoruz: gizem. Aslında kaosun en ebedi dersi bizi gizemle yeniden büyülediği ders olabilir. Bilimsel bilgiyi genişletmemizin pırıltısı ve heyecanının ortasında, bildiğimiz her şeyin içinde bir nabız gibi atan bilinemeyeni unutmuş olduğumuzu hatırlatır bize. Kaos, koanların, şiirsel ironilerin, metaforların ve diğer kendiliğinden benzer ve kendiliğinden farklı biçimlerin boşluklarında gözüken bu deneyimle ve dünyayı uzaydan ilk gördüğümüzde kalbimizde beliren hisle bir bağ kurar.
Bu kitapta, Batının teknolojik toplumları hakkında eleştirel olduk, bu durum yazarlar olarak bizim de bir koan yaratmış olduğumuz anlamına gelir. Biz kendimizi farklı kıtalarda yaşar bulduk ve endüstriyel bir toplumun yaratıcı gücü olmasaydı, bu kitabı yazmak için kullandığımız bilgisayarlar, fakslar, internet de olmayacaktı. Şimdi bu koan içinde dönersek, teknolojiden yararlanmış olduğumuz için eleştrilerimiz de biraz yersiz gibi oldu. Kendi zamanımızla ilgili katı olmuşsak, bu, onun çoğunlukla sergilediği o küstahça kibrinden, sürekli ilerleme şehvetinden ve ilkel, az gelişmiş ya da geri kalmış biçimde sınıflandırdığı uygarlıklar hakkında sözde alçakgönüllülük gösteren tutumundan irkilmiş olduğumuz içindir.
Hepsinden öte, toplumumuzun bilinene yönelik saplantısıyla ve gizem boyutunu keder verici ihmaliyle ilgileniyoruz. Başarılarımız, zaferiyle övünen teknolojimiz, bilimimiz, bilgisayarlarımızın gücü konusunda hayrete düşmemiz gerektiği oldukça doğru, ama bilmediğimiz şey bunların bütün varlığımızı ve onaylanmış bilgimizi bir anda altüst edecek yeterli güce de sahip olabileceğidir.
Bazen birisine şaka yollu ‘kör nokta’sı var diye takılırız, sanki hepimiz gözümüzün retinasında bir kör noktaya sahip olduğumuzu bilmezmişiz gibi! Ağ tabaka görsel reseptörlerle doludur; ama bu reseptörlerden gelen sinir bağlantılarının bir araya toplandığı ve optik siniri oluşturduğu küçücük bir bölge dışında. Dünyaya bakarken daima kaçacak bir kayıp bilgi parçası vardır ve beynimiz sürekli olarak bu boşluğu doldurduğu için gördüklerimizi yekpare algılarız.
Kayıp bilgiyi kaos teorisinin ‘hilekar’ı olarak düşünün. Her şeyi bağlamış ve açıklamış olduğumuzu sanırız, sonra işleri tepe taklak edecek biçimde hilekar ortaya çıkar ve bizim güzel, kullanışlı sınırlarımızın hepsini atlar. Bir Orta Çağ sarayındaki soytarı gibi, hilekar da sınırlarımızı hatırlatmak için hep yanıbaşımızdadır.
Eski Tarot kartlarında hilekar kartının –külahı ve zilleri olan bir figür, yani ‘Soytarı’—aynı zamanda Tarot’un ‘bütün’ için kullandığı simge olması belki de bir rastlantı değildir; ya da fraktal bir rastlantıdır belki de. Soytarı budalalık ya da deliliktir, ama bunların yanı sıra ruhtur. Her şeyi içeren ama hiçbir şey olan kahramana –gizemli, tanımlanamayan kaosa – Bir’e yaklaşan mükemmelleşmiş insan ruhudur o.
Kayıp bilgi bize büyük başarılarımızın daima sınırlı olduğunu ve değişimler kitabı, I Ching’deki en ilginç hegzagramlarından biri olan 15. Hegzagramın Alçakgönüllülük olduğunu hatırlatır. Tamamlanmışlığıyla gurur duyduğumuz Batı uygarlığımızda ‘alçakgönüllü’lüğü elde etmek çok güçtür.
Bilimsel teorileri tamamlamak isteriz. Öykülerimizin hep bir sonu olmak zorundadır; müzik mutlaka son karar sesleri yönünde ilerlemelidir; son zamanlara kadar resimler hep çerçeveler içinde sınırlanmıştır. Aksine Arap dünyasındaki müzik, sanat ve masalcılık, varılacak bir son noktaya gerek duymaksızın sürekli akar. Tibet’li Sherpa’lar dağlara tırmanmayı sevmelerine rağmen, tanrılara saygılarından dolayı genellikle zirvede olmaktan sakınırlar. Bir de ayakları zirveye egemenken fotoğrafı çekilmemiş Batılı bir dağcı düşünün! Böyle bir kişi gezisi tamamlanmamış olarak düşünülecektir.
Belki de derin bir düzeyde kayıp bilgiyi kucaklamaya yönelik gönülsüzlüğümüz, ‘ölüm’ (en son kayıp bilgi, bütün bilgiyi hiçbir şeye indiren o en son bilinmeyen) konusundaki kaygımızla ilgili bir şeyler içermektedir. Ama kaos teorisi farklı bir görüş açısı sağlamaktadır. Kaos bize kayıp bilginin bütüne açılan pencere olduğunu anlatır. Belirsizlik çukurunda yaratıcı olasılıklara ulaşmamız büyük önem kazanır.
Kayıp bilgi hakkında söylemiş olduğumuz her şey ve dünyaya yansıttığımız kavramların eğreti doğası açıkça bu kitabın kaos teorisinden oluştuğu metaforuna da uygulanmalıdır. Kitaba kaynaklık eden metafor da, teori de görüş biçimleridir. Bir teori, ki akışın içindeki belirli ince farkları vurgular, doğanın sonsuz karmaşıklığına zihinsel bir projeksiyondur. Fizikçi David Bohm, ‘teori’ ve ‘tiyatro’ sözcüklerinin aynı Yunanca kökten, ‘görmek’ fiilinden geldiğini belirtmekten hoşlanmıştı. Bohm için bilimsel ya da felsefi bir teori ‘zihnin bir tiyatrosu’ydu.
Bir teori ister istemez eğretidir. Doğa, toplum ve bireysel yaşamı kapsayan daha geniş bir bağlamdan yapılan bir soyutlamadır. Teorilerin doğduğu bağlamın kendisi de daima değişmektedir. Bu yüzden teoriler, ne kadar değişiklik yaparsak yapalım, yaratıcı kaos zihnin yeni bir teatral ürün bulmasına yol açana kadar bir süre başarıyla işler, sonra saplanıp kalmış gibi görünürler.
Ne kadar kışkırtıcı ya da içgörülü olursa olsun, metaforlar, teoriler, kavramlar ve bilgi bizi yalnızca bir yere kadar götürebilir. Makul ve derinden yaşamak için başka bir şeye, özel bir farkındalık biçimine ihtiyacımız var. Yine de eksikliği hisseder hissetmez, hemen sorarız, “Bu başka şey nereden gelecek? Onu nasıl kavrayacağım, ona nasıl sahip olacağım ve yaşamımda ondan nasıl yararlanacağım?” Böyle olunca da daire yeniden başlar.
Sorunun açıklığından onu çözme ihtiyacına çok çabuk sıçrarız. Peki ya aradığımız şey herhangi bir yanıtta değil, sorunun merkezinde, kayıp bilginin derinlerinde yatıyorsa?
Hangi soruyu sormalıyız?