Zaman zaman bir şekilde, hepimiz hayatımızın kontrol dışına çıktığı ve kaosa yöneldiği hissine kapılmışızdır. Bilimin elinde bizim için çarpıcı haberler bulunmakta. Hayatlarımız zaten kaosun içinde; üstelik yalnızca arada sırada değil, her zaman. Dahası, yeni bilimin ileri sürdüğü gibi, bireysel ve ortak bir kaos anlayışı hayatlarımızı çarpıcı bir biçimde değiştirebilir.
Biz insanlar kaostan nefret etme ve mümkün olduğu her fırsatta ondan kaçınma eğiliminde olmamıza rağmen, doğa kaosu yeni varoluşlar yaratmak, olayları biçimlendirmek ve Evren’i bir arada tutmak için olağanüstü şekillerde kullanır. Kaos hakkındaki bu açıklama bilim adamlarınca ilk kez yaklaşık otuz yıl önce ortaya konmuş ve o zamandan beri etkin bir biçimde incelenmiştir. Ancak bireyler ve toplum olarak bizim için kaosun gerçek anlamı henüz keşfedilmeye başlanıyor.
Peki, nedir kaos? Yanıtın bir çok yüzü var ve biraz açıklama yapmayı gerektirecek. Şöyle başlayabiliriz: Kaos, sadece “şansız düzensizliği” olarak bilinen ortak düşüncenin ötesinde, çok daha ince düzeyde karşımıza çıkar – bir oyun kağıdı destesinin karılması, bir rulet tekerleğinde zıplayan top ya da kayalık bir dağ eteğindeki düştü düşecek bir taşın paldır küldür aşağı yuvarlanması.
Bilimsel ‘kaos’ terimi ise, rastgele gözüken olayların içinde varolan ve bu olayların temelini oluşturan bir birbirine bağlılıktan söz eder. Kaos bilimi, gizli biçim düzenleri, ince farklar, nesnelerin ‘duyarlılığı’ ve tahmin edilemeyenin yeniye nasıl yol açtığına dair ‘kurallar’ üzerine odaklanır. Bu, yıldırımlı fırtınaları, köpüren nehirleri, kasırgaları, sivri dağ zirvelerini, girintili çıkıntılı kıyı boylarını ve nehir deltalarından vücudumuzdaki sinirlerle kan damarlarına kadar her tür karmaşık biçim düzenlerini meydana getiren hareketleri anlamaya yönelik bir girişimdir. Gelin, birbirinden oldukça farklı dört resimde yansıdığı şekliyle görülen kaosa bakarak, bu yaklaşımı kavrama yönünde ilk adıma atalım.

Bunlardan ilki Hubble uzay teleskopunun çektiği, iki galaksi arasındaki bir çarpışmanın fotoğrafıdır Tıpkı göle atılmış bir çakıl taşı gibi, bu şiddetli çarpışma da saatte 200.000 millik bir hızla gaz ve toz bulutunu önüne katarak oldukça kuvvetli bir enerji dalgalanması yaymıştır. Her ne kadar bu durum bizim geleneksel kaos düşüncemizi yansıtıyormuş gibi görünse de, sıcak gazların oluşturduğu bu dış halkada milyarlarca yeni yıldız doğmuştur.
Burada kaosun aynı zamanda hem ölüm, hem doğum, hem yıkım hem yaratılış olduğunu görüyoruz. İlk gazların kaosunun içinden, bizimkine benzer gezegen sistemlerinin oldukça tahmin edilebilir yörüngelerinin de çok büyük bir olasılıkla dahil olduğu bir çok sabit düzen biçimi gözler önüne serilir. Kozmosun ‘büyük patlama’ ile doğuşunun ilk anlarında oluşan atom-altı parçacıklar hala düzenli biçimlerde vücutlarımızda bulunmaktadır. Öldüğümüzde, bu galaktik patlamada olduğu kadar, burada Yerküre’de de etkin olan kaosun akışına geri döneceklerdir. Daha derine inersek, bu fotoğraf, her birimizin kaosunun bir resmidir.
İkinci görüntü bir dağ akarsuyunun türbülansını göstermektedir. Burada, görünürdeki karışıklık, temelde yatan bir biçim düzenini maskelemektedir. Bu akıntının kenarına oturduğunuzda, onun aynı zamanda hem sabit olduğunu, hem de durmadan değiştiğini fark etmeye başlarsınız. Suyun türbülansı sürekli yenilenen karmaşık şekiller ortaya çıkarır. Demek ki bu akarsu bize yönelik bir başka metafordur. Tıpkı bu akarsu gibi, hücreler düzenli olarak birbirinin yerini aldığı için, fiziksel bedenimiz de durmaksızın yenilenmekte ve dönüşmektedir. Bu arada bedenimizin psikolojik merkezinde bulunduğuna inandığımız ‘ben’ de bir akış içindedir. Hem on yıl önce olduğumuzla ‘aynı’ kişiyiz, hem de aslında yeni bir kişiyiz. Oysa bunun bile ötesine geçebiliriz.
Biraz derin düşündüğümüzde, burada gösterilen akarsuyun bağlı olduğu diğer ekosistemlerden ayrı tutulamayacağı ortaya çıkacaktır –suyundan yararlanan sayısız hayvan ve bitki, yüzeyinde batıp çıkan ve girdap gibi dönen ince dal parçaları, yapraklar ve tohumlardan oluşan çer çöp, akış yönünü değiştiren çok eski buzul kalıntıları, bölgenin iklimi ve hava durumu, gezegenin mevsimleri ortaya çıkaran uzaydaki yörüngesi. Benzer bir şekilde, bir birey olarak hepimiz bizi çevreleyen ve etrafımızda akıp giden doğa, toplum ve düşünce sistemleriyle birbirimize bağlıyız. Sürekli olarak birbirini etkileyen ve bir çok düzeyde tahmin edilemeyen bir kaos oluşturan hareketlerin içinde yaşarız. Yine de bildiğimiz bütün fiziksel ve psikolojik düzen bu aynı kaos içinde doğmuştur.
Üçüncü fotoğraf, bütünüyle teknoloji ve insan düşüncesi tarafından üretilen günlük insan kaosunun oldukça tanıdık bir görüntüsüdür. Bir karayolu sisteminin planlanıp düzenlenmiş boşluğu boyunca teker teker yol alan araçlar, kimi zaman kördüğüm olmuş trafik, ani duruş ve kalkışlar, ya da bazen serbest akan şeritlerden oluşan bölgeler yaratarak birbirleriyle etkileşirler. Bu araçlardan birinin içinden bakıldığında, trafiğin hareketi düzensiz ve rastgele görünür; ama yukarıdaki bir hava taşıtının perspektifinden bakıldığında, güç fark edilen, ince bir biçim düzeni ortaya çıkar –kaosun içinde gizli bir düzen.
Dördüncü resim oldukça farklı bir kaos görüntüsüdür. Matematiğin mantıksal olarak düzenlenmiş yapılarının içindeki derinlik, karışık bir sayı setini gizlemektedir. Bu sayı seti adını bu seti bulan ve tanınmış hale getiren matematikçi Benoit Mandelbrot’tan almıştır. Resmin dikdörtgen çerçevesinin içinde betimlenen alanı, bir TV ekranındaki yoğun, mikroskopik nokta sıraları gibi düşünün. Her nokta bir sayıya karşılık gelir ve bir denklemde yer aldığında sonuca bağlı olarak siyah ya da beyaz olarak renklendirilir. Denklem ‘tekrarlandığında’, ya da kendi içinde tekrar tekrar geri beslendiğinde, bu sayı ya artmış ya da sıfıra düşmüştür.
Büyük beyaz benekli şekil sayıların sıfıra düştüğü ve sıfırda kaldığı noktalardan oluşur. Ancak beyaz alanın kenarı boyunca görünen bölgede biraz garip bir şeyler olmaktadır. Burada şekiller yabancı yaşam biçimleri gibi kabarcıklanan ve çizgilenen biçim düzenleri yaratır. Sınırlar her türden, tahmin edilemeyen tekrarlamalarla dolu bir hale gelmiştir. Bu tuhaf davranış, kaosun ve onun paradoksal düzeninin saf matematiksel mantığın sınırları içinde bile gizliden gizliye bulunduğunu göstermektedir. Bir çok kişi bu matematiksel nesneyi çarpıcı bir biçimde güzel ve ilgi çekici bulur. Gerçekten de kaos anlayışımızın önemli özelliklerinden biri onun estetik çekiciliğidir.
Son yüzyıldır gittikçe artarak etrafımızı saran –bazılarına göre bizi hapseden—bilim düşkünü kültür, dünyayı analiz, nicelik, simetri ve mekanizma açılarından görmektedir. Kaos bizim bu sınırlardan kurtulmamıza yardımcı olur. Kaosu sezdiğimizde, dünyayı ani dönüşler içinde canlandırılan biçim düzenlerinin bir akışı, garip aynalar, ince ve şaşırtıcı ilişkiler ve bilinmeyenin sürekli cazibesi şeklinde gözümüzün önüne getirmeye başlarız. Kaos bizi sanatçıların binlerce yıldır sezdiği biçimiyle dünyayı anlamaya yaklaştırır.
Geçen on yıl içinde, kaos fikri doğduğu bilimsel alanların ötesine geçmiştir. Artık tabloları ya da şiirleri hakkında konuşurken kaostan söz eden sanatçılar vardır. Bu fikir tıp ve ekonomiden tutun, savaş, sosyal dinamikler ve organizasyonların nasıl oluşacağı ve değişeceği hakkındaki teorilere kadar her şeye etkin bir şekilde uygulanmaktadır. Kaos, bir bilimsel teoriden yeni bir kültürel metafora doğru evrim geçirmektedir. Bir metafor olarak kaos, üzerine titrediğimiz pek çok varsayımımızın bir kısmının doğruluğunu sorgulamamıza olanak tanır ve gerçeklik hakkında yeni sorular yöneltmek için bizi cesaretlendirir.
—
Kaos fikri radikal, yeni düşünme ve gerçekliği yaşama yollarından söz açar. Aynı zamanda, kaosun bir metafor olarak önceki bilimsel metaforların sahip olmadığı yerleşik bir alçak gönüllülüğü vardır. Kaosun kesinlik ve gerçeği içerdiği kadar, neyi bilemeyeceğimizi de içerdiği ortaya çıkmış olur. Boş vermek, sınırları kabul etmek ve gizemi övmekle ilgilidir.
Paradoksal olarak, bu en yeni bilimin anlayışları dünyanın en eski yerli ve ruhsal geleneklerinin bir çoğunda bulunan dünya görüşünü paylaşmaktadır. Bu, kaos teorsinin bazı efsanevi ‘altın çağlar’a ya da idealleştirilmiş kültürlere bizi geri döndürmek hakkında olduğu anlamına gelmez; sadece bu kültürlerin uzun süre dayanan anlayışlarının kaos metaforunu incelikle işlememize ve kaosun bizim yüksek teknolojili, yüksek oktanlı ve siber-doymuş çağımızla ilgili yepyeni bir biçimde o çok eski bilgeliği yeniden kafalarda canlandırma yolunun altını çizmemize yardımcı olur.
Bu kaos derslerinden süzülenler temelde yatan üç temadır: ‘kontrol‘, ‘yaratıcılık‘ ve ‘incelik‘.
İlk önce, ‘kontrol‘. Tüm yaşamın çıkmazı belirsizlik ve olasılıktır. İnsanlar bunu daha keskin bir şekilde hissederler, çünkü bizim şuurumuz geçmişin felaketlerini hatırlamamıza ve geleceğin dehşetli sonuçlarını hayal etmemize neden olur.
Çok eski ve yerli kültürler doğanın gizli güçleri ve tanrılarla ritüel diyalogları aracılığıyla kendi belirsizliklerini ele almışlardır. Batının endüstriyel toplumu ise farklı bir yol izlemiştir. Bizler doğayı fethederek ve kontrol ederek belirsizlikten kurtulma hayali kurarız. ‘Kontrolde olma’ ideali davranışlarımızın öylesine büyük bir öğesidir ki, artık bir takıntı, hatta bir bağımlılık halini almıştır.
Daniel Quinn’in romanı Ishmael’de bizim Batı fetişimize saldırılmıştır. Ishmael, Batı’nın kontrol hayalini alaycı bir şekilde yermektedir. İnandığımız şeyi şöyle anlatır: “Sadece bir tek şey bizi kurtarabilir. Dünyaya hakimiyetimizi artırmalıyız. Bütün bu (çevresel) zararlar dünyayı fethettiğimiz için meydana gelmiştir; ama saltanatımız mutlak olana dek fethetmeye devam etmeliyiz. Ancak tam bir kontrole sahip olduğumuzda her şey güzel olacaktır. Füzyon gücüne sahip olacağız. Kirlilik olmayacak. Yağmuru yağdırıp durduracağız. Bir santimetrekarede bir kile buğday yetiştireceğiz. Okyanusları çiftlikler haline getireceğiz. Hava durumunu kontrol edeceğiz; kasırgalar olmayacak, hortumlar olmayacak, kuraklıklar olmayacak, zamansız ayazlar artık olmayacak…”
Kaos teorisi böyle bir hayalin neden bir yanılsama olduğunu gösterir. Kaotik sistemler, onları tahmin etme, yönetme ve kontrol etme girişimlerimizin hepsinin ötesindedir. Kaos, hayatın belirsizliklerine direnmek yerine onları kucaklamamız gerektiğini ileri sürer. İşte burası, ikinci tema olarak yaratıcılığın işin içine girdiği yerdir.
Ressamlar, şairler ve müzisyenler kaosa dahil olduklarında yaratıcılığın canlandığını çok uzun zamandır biliyorlar. Romancılar, kontrollerini kaybettikleri ve karakterleri kendilerine ait olan hayatlarını ele geçirdikleri o büyülü an için çaba harcarlar. Eski moda mantık ve lineer usavurum, açıkça kendi yerlerini almışlardır, ama kaosun yapısında varolan yaratıcılık aslında hayatı yaşamanın daha fazlasını gerektirdiğini öne sürmektedir. Estetik bir duyum gerektirir – neyin uyduğu, neyin uyum içinde olduğu, neyin büyüyeceği ve neyin öleceğine dair olarak değil, yaratıcı ortakları olarak yaşama olasılığı verir.
Kontrolü feda etmek ve yaratıcı bir şekilde yaşamak çevremizde süregelen nüanslara ve düzensiz düzenlere dikkat etmeyi gerektirir. Böylece üçüncü temaya geldik. Bizim insan ‘bilgi’mizi oluşturan kategoriler ve soyutlamalar, pratik hayatta kalım için kesinlikle gereklidir; ama kategorilerimiz insan durumlarının daha ince, kategorize edilemeyen iç doğasına aldırmadığımız noktalarda bize egemen olabilir. Hepimiz bir kişinin söylediği bir şeye aşırı tepkiler verdiğimiz zamanlar olduğunu biliriz. O kişinin tam olarak ne demek istediğini bildiğimizi varsayarız ve buna yanıt olarak kendi zıt bakış açımızı savunuruz. Kaçınılmaz olarak bir tartışma başlar. Kaos ise bize bir başka seçenek öneriyor.
Bu kadar çabuk bir şekilde pozisyon almadığımızı, bunun yerine ilk ifademizde direttiğimizi ve diğer kişinin soyutlamalarının ötesinde yatan olası iç karmaşıklıkları keşfettiğimiz varsayalım. Diğer kişinin soyutlamalarının, bir şeyi, anlatmaya çalıştığını düşündüğümüzden daha ince bir farklılıkla ifade ettiği açığa çıkacaktır.
Kaos teorisi metaforu bu tip durumlarla uğraşmada bize yardımcı olur; çünkü gerçekliği kontrol etme ve tanımlamaya yönelik girişimlerimiz arasında ve bunların ötesinde gerçek hayatın yaşandığı zengin, hatta belki de sınırsız, bir incelik ve belirsizlik alemi yattığını gösterir. Kaos teorisi, görünüşte küçük ve önemsiz şeylerin, olayların ortaya çıkışında önemli bir rol oynayarak karşımıza çıkacağını gösterir. Bu inceliklere dikkat ederek yaşamlarımızı daha derin ve daha uyumlu bir hale getirecek olan yaratıcı boyutlara kendimizi açarız.
Tarih boyunca süren antik efsanelerde, kaos Evren’in yaratılışının merkezindedir. Bir Çin yaratılış hikayesinde, ışık gökyüzünü oluşturmak için kaostan dışarı fırlarken, Mısır kozmolojisinde ise güneş tanrısı Ra, Nun adlı sel sularının kaotik artıklarından yükselmiştir. Eski Yunan filozoflarından Hesiod’a göre de “her şeyden önce Kaos vardı.”
‘Soytarı’, ‘düzenbaz’ ve ‘şekil değiştiren’ dünyanın her yanındaki kültürler için kaosun kişileştirilmesi olmuştur. “Düzensizlik ilkesinin somut örneği” olmakla birlikte, ‘düzenbaz’ aynı zamanda kültürü getiren, düzenin yaratıcısı, bir şaman ya da ‘süper şaman’ olarak da tanımlanır. ‘Düzenbaz’ kurnaz bir hayatta kalıcıdır, kabul edilen düzene kafa tutan, sistemi devirmeye çalışan, güç yapısını işlemez hale getiren ve yeni fikirlere hayat veren, kazanma şansı çok az bir haylaz! Bazı geleneklerde tilkidir, bazılarında kuzgun ya da kır kurdu. Dikenli bitkilerle dolu topraklarda yolunu bulan Br’er Rabbit’tir (Tavşan Kardeş). Biçim değiştiren Hermes, ateşi getiren Prometheus ve yıkım tanrısı Dionysus’tur.