büyük hırsızlar ve küçük hırsızlar

 Sandık Kıranlarla Ülke Çalanlar


Sandık kıran, çanta karıştıran, kasa açan hırsızlardan nasıl korunursun? Bunun için sandıkları ipler ve halatlarla bağlamak, kasaları zincirler ve kilitlerle kilitlemek icat olunmuş. Ve dünya alem de ‘tedbirlilik‘ demiş bunun adına. Oysa hırsızın büyüğü geldi mi, sandığı sırtına yükler, kasayı koltuğunun altına sıkıştırır, çantayı omzuna vurur da gider. Onun tek kaygısı vardır artık: Aman ki ipler ve kilitler iyi dayansın, yolda açılıvermesin!

Demek ki dünya alemin ‘tedbirli‘ diye övdüğü kişi, aslında sadece varını yoğunu büyük hırsızların daha iyi taşıması için bir arada tutandır. Gel, şu işe biraz daha yakından bakalım: Herkesin ‘tedbirli‘ dediği kişiler, varını yoğunu büyük hırsızlar için hazırlayıp bir arada tutmaktan başka şey yapmıyor da, ya ‘bilge‘ dediğimiz kişiler, ahlakçılar, töreciler, büyük hırsızların hesabına kapı gözcülüğünden başka ne yapıyor?

Bu da nereden mi çıktı? Bak hele, bir zamanlar Ci ülkesinde neler oldu: Eskiden bu ülkede komşu köyler, birbirini görecek, horozların köpeklerin sesini duyacak kadar yakındı birbirine. Balıkçılar ağ atar, çiftçiler tarla sürerlerdi. İki bin yarı-fersah uzunluğundaydı ülkenin sınırları. Ataların ruhuna saygı mabetleri, toprak ve tohum tanrılarına kurban sunakları vardı her yerde. Tüm köyler, aileler, beldeler ve iller, eski bilgelerin yazdıklarına uygun şekilde düzenlenmişti. Ama ne oldu, günün birinde başvezir Tien Zhong Zi ülkenin hükümdarını öldürdü ve tüm ülkeyi ele geçirdi. Yalnız ülkeyi mi? Geçmişin ulu bilgelerinin, kutlu kişilerin kurmuş oldukları tüm din ve ahlak kurumlarını da birlikte ele geçirdi!

Gerçi herkes biliyordu Tien Zhong Zi‘nin haydutun biri olduğunu ama, yine de o, kutlu Yao ve Shun‘un kurdukları kutsal törelerin gölgesinde huzur içinde tamamladı yaşamını. Küçük ülkeler onun hakkında kötü söz etmeye cesaret edemediler, büyük ülkeler onu ortadan kaldırmaya yeltenmediler. Ve onun sülalesi on iki kuşak boyunca hüküm sürdü Ci ülkesi üzerinde…

 


 Haydut ve Erdem


Çetebaşı Zhi‘ya çetesindeki haydutlar sormuş: “Haydutlara da erdem gerekli midir?”

“Elbette!” diye yanıt vermiş Zhi. “Erdemleri olmasa ne yapar haydut? Sezgisi ona neyin nerede gizli olduğunu gözterir: Bu onun bilgeliğidir! İçeri girmeyi bilmesi gerekir: Bu onun cesaretidir! Sonra çıkmasını bilmesi gerekir: Bu onun sorumluluk duygusudur! Olur mu – olmaz mı, karar vermesi gerekir: Bu onun ustalığıdır! Ganimeti paylaştırmayı bilmesi gerekir: Bu onun adaletidir! Bu beş erdemi taşımayan kişi, yaşamı boyunca büyük bir haydut olamaz.”

Gördün mü işte, eski bilgelerin kurdukları erdem ilkeleri iyi insana iyiliği için ne kadar gerekliyse, haydutbaşı Zhi‘ye de sanatını icra edebilmesi için aynı vazgeçilmezlikle gerekli. Yalnız küçük bir ayrıntı daha var: Dünyada iyilerin sayısı az, kötülerin sayısı çok. Bu yüzden de eski bilgelerin dünyaya yararı küçük olmuş hep, zararı büyük!

 


Bilgeler ve Haydutlar


Demek ki yapılacak şey, bilgeleri ülkeden kovup, haydutları kendi haline bırakmaktır. O zaman düzene girer göğün altındaki dünya! Sel yatakları susuz kalsın, ovalar kendiliğinden kurur. Tepeleri kaldır götür, vadi diye bir şey kalmaz. Bilgeler de bir tükenip bitseler, baş kaldıracak büyük haydut kalmaz, dünya huzura kavuşur, olayların birbirini kovalaması da son bulur.

Bilgeler tükenip bitmedikçe haydutlar da bitmez. Bilgelere kulak verip dünyayı onların dediklerine göre düzene sokmaya kalkmak, aman ki çetebaşı Zhi‘nin kazanç kaynağı kurumasın diye çaba harcamak demektir. Ölçmek için ölçü kapları, kileler yaptırdın mı, bu kaplar, kilelerle insanları da hırsız edersin! Sadık memurları ödüllendirmek için mühürler, damgalar döktürdün mü, bu mühürler, damgalarla insanları da hırsız edersin! Halka doğru yolu göstermek için ahlakı, görevi icat ettin mi, bu ahlak ve görev ile insanları da hırsız edersin!

Nereden mi biliyorum bunun böyle olduğunu? Dinle bak: Bir iğne çalanı asarlar. Bir ülkeyi çalan ise hükümdar olur. Ve bir kez hükümdarlık sarayına girdi mi, ahlakı ve görevi göklere çıkarır! Eski bilgelerin bilgeliğini, onların icadı ahlak ve görevi çalmak değil mi bu? Bu durumda halk da ülkeyi çalıp ahlakı ele geçirenlerin izinden yürür, ölçü kapları ve kilelerle, teraziler, kantarlarla, damgalar, mühürlerle kazancını arttırmaya çalışır. Ona artık taçlar, tahtırevanlar versen bu yoldan dönmez, celladın baltasıyla, kazığa geçirmekle de gözünü korkutsan, geri durmaz. İşte budur çetebaşı Zhi‘nin çıkarını kollamak. İşte budur insanları kudurgan eden. Ne demiş eskiler:

çıkarma balığı derinden.
sırdır düzen – ele verme sırrını.

Bilgeler ise göstermeye kalkmış bu sırrı. Oysa onlar kim, dünyayı aydınlatmak kim! İyisi mi,

bırak bilgeliği – boş ver bilgiye,
işi biter büyük haydutların.
at mücevherleri – çiğne incileri,
ortadan kaybolur küçük haydutlar.
yak sözleşmeleri – parçala mühürleri
dürüst ve huzurlu olur insanlar.
at ölçü kaplarını – kır kantarları
kavgası biter tüm insanların.

Ne zaman bilgelerin icadı olan kuralların kökü kazınırsa, ancak o zaman mümkün olur anlaşmak insanlarla!

altüst et, mi’leri, do’ları – yak kavalları, sazları.
kulaklarını tıka Kuang Usta’nın,
göğün altında insanlar başlar
kendi kulaklarıyla duymaya.
parçala yazıları – unut beş renk armonisini.
gözlerini bağla Lizhu*’nun,
göğün altında insanlar başlar
kendi gözleriyle görmeye.
kır cetvelleri – at uzaklara pergeli gönyeyi
kır hünerli ellerini Chui Usta*’nın,
göğün altında insanlar öğrenir
kendi yeteneğine güvenmeyi.

Boşuna dememiş eskiler, “en büyük yetenek aciz görünür” diye!

Ne zaman ki insanlar kendi gözlerine inanır olurlar, ancak o zaman göğün altındaki içi boş görüntüler sona erer. Ne zaman ki insanlar kendi kulaklarına inanır olurlar, ancak o zaman göğün altındaki anlaşmazlıklar sona erer. Ne zaman ki insanlar kendi ‘erdem‘lerine güvenir olurlar, ancak o zaman göğün altındaki yapaylıklar, uyumsuzluklar sona erer.


(* Lizhu: Söylencesel devirlerin ünlü sağır ressamı.)

(* Chui: Kutlu Yao döneminin ünlü yay yapımı ustası.)

 


 Bilgidir Bozacak Olan Dünyanın Düzenini


Gök‘ün düzeni hakimdi eskiden göğün altında. Bugün ise insanlar boyunlarını uzatıp, ayak parmakları üstüne kalkarak haber veriyorlar birbirlerine, “falan kente, filan yere bilge bir kişi gelmiş” diye: Haydi evini barkını, efendisinin işini gücünü yüz üstü bırakan, yollara düşüyor. Ayak izleri sınırları aşıyor. Tekerlek izleri binlerce fersah uzaklara uzanıyor. Ama hükümdarlar, beyler Tao‘ya değil de, bilgi ve hünere değer verirse, elbet bozulur göğün altındaki düzen!

Nereden mi biliyorum böyle olduğunu? Dinle bak: Yaylar, oklar ve tatar okları üzerine bilgi fazla arttı mı, gökteki kuşların düzeni bozulur. Olta, yem, ağ ve balık avı üzerine bilgi fazla arttı mı, sudaki kuşların düzeni bozulur. Ökse, tuzak, hendek ve kara avcılığı üzerine bilgi fazla arttı mı, yerdeki hayvanların düzeni bozulur. Tartışma sanatı üzerine bilgi artıp da, dahiyane “beyaz nedir – sert nedir? Görüş ayrılığı nedir – görüş birliği nedir?” tartışmaları yaygınlaştı mı, basit insanların kafasının düzeni bozulur.

Bu yüzden, ne zaman dünyanın düzeni alt üst olursa bil ki, nedeni insanların bilgiye fazla değer vermesindendir.

Eğer göğün altında herkes yalnız bilmediği şeyleri merak eder de, kimse bildiği şeyleri merak etmezse, herkes başkalarının eksiklerini kınar da, kimse kendi eksiğini kınamazsa, sonunda bu, dünyanın düzenini alt üst eder. Güneş ile ayın ışığını karartır; dağların, ırmakların can damarını kurutur; dört mevsimin sırasını bozar. Bu yüzden en küçük sineğe, en basit kurtçuğa varıncaya dek, her şey gerçek doğasını yitirir. Dünyayı bilmeye fazla değer vermektir, düzenini bozacak olan dünyanın.

 


 Ayak Parmakları Yüzgeçliler

Ayak parmaklarında yüzgeç, ya da elinde altı parmağı olmak, doğanın verdiği bir şeydir. Ama bunlar doğanın gerektirdiğinden fazla olduklarından bir işe yaramazlar. Urlar ve tümörler de insan bedeninin oluşturduğu şeylerdir. Ama doğal olandan fazla olduklarından, bir yarar sağlamazlar.

Ahlak ve görev ilkelerine bağlı, yüksek yetenekli kişilerin yetkin hünerleri de, onların iç dünyalarının ürünleridir ama, bunlar Tao‘nun özüyle uyumlu değildir. Yüzgeç nasıl ayakta gereksiz bir deri parçasıysa, altı parmak nasıl elde gereksiz bir fazlalıksa, yüksek erdem, yetkin hüner, görme ve duyma yeteneğindeki olağanüstü duyarlılıklar da, insanın iç dünyasındaki fazlalıklardır.

İnsanın gözünün duyarlılığı aşırı arttı mı, o artık renkler ve şekillerden başka şey düşünemez olur. Yeşiller ve sarılar, aklar ve karalar, karalar ve yeşiller arasında yitip gider.

İnsanın kulağının duyarlılığı aşırı arttı mı, o artık beş ton ve altı akorttan başka şey düşünemez olur. Müzik aletleindeki metal ve taşlardan, ipek ve kamışlardan çıkan sesler arasında, sazın ve kavalın tiz ve pes notaları arasında yitip gider.

İnsanda ahlak ve görev ilkelerine bağlılık aşırı arttı mı, zorlama ahlak ilkelerinden kendi doğasını yitirir. Şan şeref sahibi, eşsiz bir kahraman olur, bando, mızıka sesleri arasında yitip gider.

İnsanda tartışma yeteneği arttı mı, o artık duvardaki tuğlalar gibi üst üste dizdiği, ağdaki ilmikler gibi birbirine bağladığı savlardan başka şey düşünemez olur. Mantıksal yargıların birbirini izleyip gerekçelemelerinin, “Sert nedir – Beyaz nedir? Görüş ayrılığı nedir – görüş birliği nedir?” tartışmalarının keyfine dalar, içi boş mantık kalıplarının dikkatli ve sağlam adımlarla yapılmış lüzumsuz ispatları arasında yitip gider.

Tüm bunlar, ayak parmakları arasında yüzgeç ve elinde altı parmağı olmak kadar lüzumsuz şeylerdir. İnsanlara yol gösterici olamaz bunlar.

Yol gösterici olacak doğru ilkelerin, doğal koşullarla uyum içinde olması gerekir: Onların etkilediği yerde ayak parmaklarında yüzgeç, ellerde altı parmak oluşmaz. Birlik içinde olanlarda gereksizlik, farklılık içinde olanlarda bulanıklık yoktur. Uzun olanda fazlalık, kısa olanda eksiklik yoktur. Ördeğin ayakları kısadır ama, uzatmak için çekersen canı acır. Leyleğin bacakları uzundur ama, kısaltmak için kesersen sakat kalır. Doğada uzun olanı kısaltmaya, kısa olanı uzatmaya kalkışmamak gerekir. O zaman acılara yol açmaz, doğayı sakatlamazsın.

 


 Kutlu Kişilerin Suçu

Atlar, bozkırlarda özgür dolaştıkları günlerde ot yer, su içer, sevdiklerine boyunlarını sürter, sevmediklerine de basarlardı çifteyi. Tüm hünerleri buydu onların. Ama Bo Lao onları arabaya koşup dizgine bağlayınca, ürkekçe sağa sola bakmayı, dönüp arkalarını kollamayı, inat etmeyi, koşumdan kaçmayı, dizginlerini ısırıp koparmayı öğrendiler.

Böylece atlar kurnaz ve binbir hüner sahibi becerikli yaratıklar olup çıktılar. Tüm bunların suçlusu Bo Lao‘dur!

Altın Çağ‘da insanlar bir şey yapmadan oturur, hedefsizce dolanırlar, yer, güler, karınlarını keyifle ovuşturup neşeyle gezerlerdi. Bütün hünerleri buydu onların. Ama kutlu kişiler gelip onlara tören kurallarını, müzik yasalarını, toplum törelerini öğretince, ahlak ve görev ilkelerini duvara yazıp bunlara uymaya zorlayınca, insanlar bilgi tutkusu ile koşmayı, aceleden ayağı takılıp düşmeyi, kazanç hırsı ile birbirlerine tuzak kurmayı öğrendiler.

Böylece insanlar onmazcasına zıvanadan çıktılar. Tüm bunların suçlusu kutlu kişilerdir!