EK MATERYAL:
Burada eklenen bilgilerle ana çalışmanın kaynağı aynıdır; ancak tebligat bir kaç yıl sonra gerçekleşmiştir. Arada sırada belli bölümler hakkında açıklamalar getirmekle beraber, öğretinin geneline bir referans olarak değerlendirilmelidir. Bu ek bilgiler, bilhassa ilk yirmi bölümde yer alan materyalle ilgili izahlar içermektedir.
1
Her ‘Kozmik Atom‘, asal vorteksi oluşturduktan sonra ‘Işınlar‘dan sadece biri boyunca yolculuğuna devam eden, iki ‘Işın‘ın kuvvetini içerir. Bu kuvvetler, vorteksteki pozitif ve negatif faktörleri temsil ederler. ‘Negatif‘ veya ‘saklı‘ faktör, bir çeşit bilinçaltı olgusuna tekabül eder.
Bir bireyin ‘Işın türü‘ nün incelenmesi, ‘Yıldızlar Astrolojisi‘nin kapsamına girer. ‘Yıldızlar Astrolojisi‘, halen uygulanan Astroloji’den çok daha kompleks ve derin bir çalışma gerektirir.
2
‘Ateşin ve Zihnin Lordları’, ilk üç kümenin boyutlar üzerindeki yolculukları sırasında karşılaşmazlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan bir süreç içinde, herhangi bir ‘Ateşin Lordu‘ bir ‘Zihnin Lordu‘yla birleşir ve işlevsellik açısından bir ‘Zihnin Lordu‘ haline gelir. Bu izah edilmesi çok zor olan bir süreçtir. Burada, bir ‘Kişisellik‘in hayli gelişmiş bir ‘Kişilik‘le birleşmesine benzetebileceğimiz bir çeşit ‘absorbe etme‘ söz konusudur. ‘Kişisellik‘in ‘Kişilik‘in deneyimlerini kendine mal etmesine benzer bir şekilde, bir ‘Zihnin Lordu‘, ‘Ateşin Lordu‘nun deneyimlerini masseder. Ancak burada taraflar yer değiştirmiştir; çünkü ‘Zihnin Lordu’ ‘Kişilik‘e, ‘Ateşin Lordu‘ ise ‘Kişisellik‘e tekabül eder.
‘Ateşin Lordları‘nın çoğu şimdi ‘Baş Melek Kuvvetleri‘ olarak tanımladığımız birimlerdir. Diğerleri ise evrende belli koşulları yönlendirir ve ‘Güneş Logos‘u ile özel bir teması sürdürürler. İşte bu ikinci grup, deyim yerindeyse, bazı ‘Zihnin Lordları‘nı kendi deneyimleri içinde ‘demlerler‘. Böylece tesirlerini onlara aktarır ve onlar aracılığıyla fonksiyon gösterirler. ‘Ateşin Lordları‘nın tümü Logos ile oldukça yakın bir temas içindedirler ve bazıları ilk küme görevini tamamladıktan sonra tekrar göreve gönderilirler.
Bu ‘Üç Ana Küme‘ üzerinde daha derinlemesine düşünmenizde yarar vardır; çünkü öğretilerin bu kümelerle ilgili bölümü, ‘orta‘ bir zeka seviyesine hitap edecek seviyede tutulmuştur. Burada genel hatlarıyla yer alan fikirler üzerinde meditasyon yaparak daha derin bir anlayışa erişmeniz mümkün olacaktır.
Aslında bu öğretilerin içerdiği materyal, insan anlayışının mevcut limitlerini aşacak derecede geliştirilmeye elverişlidir.
3
‘Üç Ana Küme‘nin gücünü ve ihtişamını kolayca anlaşılabilecek bir ifadeyle tasvir etmenin zorluğunu belirtmek isteriz. Burada anlatılanlar, bu kümelerin yüklendiği ve yerine getirdiği muazzam görev hakkında pek az fikir verebilir. Evreni, evrimi ve insanı yöneten kanunları inşa eden büyük ‘Kozmik Yaşam Dalgaları‘, bilhassa Yeni Çağ’ın başlangıcı olan bu dönemde büyük önem taşımaktadırlar. Kişinin ‘Yaşam Kıvılcımı‘ tezahüre uyanırken bu Dalgalar’ın uyguladığı tesirler, onun kişiselliğinde belirleyici rol oynar. Kişi şimdi bile, gelişme sürecinin ilk aşamalarındaki tesirlerinden kaçamaz; çünkü ‘Öz Ben‘i bu tesirleri almış ve reaksiyon göstermiştir. Bu nedenle her insanın bilinçliliğinde, ilkel etki ve tepkiler saklı olarak mevcuttur. Nasıl meşe ağacı palamudunu barındırırsa, insan da başlangıcının tohumunu taşır. Meşe palamudu, üzerinde büyüdüğü toprağa, aldığı havaya ve suya gösterdiği reaksiyona paralel olarak büyür. Zamanla kabuğunu atar ve gelişerek bir meşe ağacına dönüşür. İşte insanın gelişmesi de buna benzetilebilir.
İnsan, ‘Yaşam Kıvılcımı‘nın üç ana aşaması sırasında çeşitli boyutlarda, az da olsa kişisellik yansıtan reaksiyonlar gösterir. ‘Kıvılcım‘, boyutlardan aşağıya doğru yolculuğunda her boyuttan madde toplar.
Daha sonra boyutlar boyunca ters yönde ilerlerken, benzer bir çaba içinde olan diğer ‘Kıvılcımlar‘la karşılaşır. İlk yolculuğuna başlayan bu ‘Kıvılcımlar‘ arasında, diğer ‘Kıvılcımlar‘a oranla birbirleriyle daha fazla temas içine giren ‘Kıvılcımlar‘ın oluşturduğu bir grup mevcuttur. Böylece ‘arkadaşlık‘ olarak nitelendirebileceğimiz bazı özel reaksiyonlar ortaya çıkar. Evrimin daha sonraki aşamalarında boyutların maddesiyle benzer şekilde giyinmiş olan bu ‘Kıvılcımlar‘ birbirleriyle karşılaşırlar. İnsanın geçtiği boyutların maddeleri, zaman içinde, bugün ‘Astral beden‘, ‘Mantal Beden‘ gibi adlar verdiğimiz farklı formları oluştururlar. Bu bedenlerin de alt bedenleri mevcuttur.
Evrim süreci içinde her atomun ve her ‘İlahi Kıvılcım‘ın geçtiği büyük gezegensel kürelerin tesirleri, astrolojinin temelini oluşturur. Ancak bu çalışmanın kökeni artık büyük ölçüde kaybolmuş veya unutulmuştur. Bugün için astrolojinin, eski ırkların algıladığı biçimde uygulanması söz konusu değildir; çünkü göksel varlıklarla birlikte insan da sürekli bir değişim içindedir.
Gelişmekte olan varlık boyutlardan aşağıya doğru yolculuğunda, kendi farkında olmasa da, üzerinde belli ölçüde kontrol uygulayan büyük Gezegensel güçlerle karşılaşır. Bunun nedeni, Varlık’ın bünyesinde belirli güçlerle teması sürdüren elementlerin mevcudiyetidir. Bu güçlerin, Varlık’ın bedeni, zihni ve karması üzerindeki tesirleri oldukça ilkel bir seviyede cereyan eder. Örneğin, ‘Ulu Ana‘ olarak tanımlanan güç, hala tüm yaşayan varlıkların ‘Ulu Ana‘sıdır ve modern insanın bu gücü bilinçli olarak idrak edebilmesi büyük önem taşır.
Evrenin kanunları, insan diye tanımladığımız varlık biriminin, boyutlardan aşağıya doğru yolculuğunu tamamlıyacak derecede gelişmesinden çok daha önce var olmuştur. Boyutlar boyunca hareket eden büyük atomlar ve grup kuvvetleri ‘Evrensel Güçler‘i oluştururlar. Esoterik öğretilerde işte bu ‘Evrensel Güçler‘in ‘Grup Ruhları‘ üzerinde önemle durulur.
Bir evrim döngüsünü tamamladıktan sonra boyutlar boyunca geri dönen insan, orijininin farklı bir kademesine ulaşır. Pek çok evrim süreci sonunda topladığı deneyimlerle artık bir birey gibi değil, zihinsel güçlerin farklı birimlerine kaynak olan bir grup gibi davranır ve bir çeşit Tanrı veya Logos niteliği kazanır.
İnsan evrimine bir grup olarak başlar, zaman içinde gruptan ayrılarak bireyselleşir; ama sonunda kendisine özdeş olan grupla ‘bir‘ olmak durumundadır.
Bu öğretinin arkasında ‘Kollektif Prensip‘ yatar. Belirli politik ideallerde ve sistemlerde de rastlanan ve çoğunlukla yanlış değerlendirilen bu kollektif prensip, yüksek derecede ahlaki bir temele dayanır ve kişilerin bir ekip içinde ve ekip anlayışıyla davranmasını amaçlayan bir anlayışı ifade eder. Bu prensip, çok önemli, kapsamlı ve anlaşılması kolay olmayan ilk ‘İlahi Kanun‘dur. Ne var ki, birey gelişiminin en üst noktasına ulaşmadıkça, kollektif oluşumunun bir parçası olamaz.
Her insanın içinde, ‘Trinitre‘ teşkil eden, tezahürdeki Tanrı’nın üç temel niteliği mevcuttur ve bu nitelikler, kişi ruhunun en yüksek ahlaki yanını oluştururlar.
Dünyanın yaşadığı evrim sona erdiğinde, bu boyutun maddesi ve deneyimleri toparlanıp, başka gezegenlerdeki evrimlere aktarılacaktır. Bazı yaşamsal kuvvetler ise farklı bir nitelikte tekrar Dünya’ya dönecektir. Bir insan öldüğünde, astral ve eterik bedenlerinin bir kısmı, kişinin sonraki enkarnesi için yeni astral ve eterik bedenlerin yaratılmasında kullanılır. İşte bir evrim süreci içinde gerçekleşen de aynı şeydir: yani form parçalanır; parçalar ise yeni bir yaşam türü için gerekli formu oluştururlar. Ölen kişilerin parçalanmış astral ve eterik bedenlerinin, yeni ‘Kişilik‘lerin yaratılmasında kullanıldığı genellikle pek bilinmez. Bu ‘Kişilik‘ler, parçaların ait olduğu formların ‘Kişisellik‘lerine bağlı olarak ortaya çıkabildikleri gibi, bazı durumlarda farklı ‘Kişisellik‘lerle de enkarne olabilirler. Bu durum, bir enkarne süreci içindeki insanlar arasında gözlenen bazı alışılmadık reaksiyonları da açıklayabilir. Başka bir deyişle, bu tür reaksiyonların nedenini her zaman geçmiş yaşamlarda aramak gerekmez. Aynı durum sadece insanlar için değil, gezegenler ve diğer göksel varlıklar için de söz konusudur. Nasıl dünyamız ‘ay*‘ın aurasında yer alıyor ve ayın önceki evrimlere ait parçalarıyla temas içinde bulunuyorsa, benzer şekilde tüm Gezegenler, auralarında diğer gezegenlerin, diğer Kozmik zamanların ve diğer evrimlerin parçalarını içerirler. Yaşamın örgüsü içinde tüm birimler birbirine bağlıdır ve ancak içsel planlarla yüksek derece temas kurabilen bir kişi bu yapının ihtişamını hissedebilir.
*Burada sözü edilen şimdiki ay değildir. Dünyanın aurasını oluşturan bir önceki ayın maddesidir. Bu eski ayın maddesinin bir kısmı ve tesirleri bugünkü ayda mevcuttur; ancak ilkel güçleri ve bazı önemli elemanları, dünyaya bağlı olarak (esoterik terminolojide geçen adıyla ‘Üç Dünya‘da) yaşamaktadır. Eski ayın tesirlerinin tümü, şimdiki ayı ve dünyayı içine alan muazzam bir aura oluşturur.
4
Gezegensel Varlık ait olduğu boyuttaki gezegenle birlikte evrimleşir. Bedenlerinin sayısı ve bilinçliliğinin içeriği, çeşitli kümelerin boyuta yaptıkları ‘geliş/gidiş‘lerle yükselir. Dördüncüden yedinciye kadar kümelerin aktiviteleri, ‘Üç Ana Küme‘nin denetimi altındadır.
Bir kümenin evrim döngüsünü tamamlaması ve bildiğimiz anlamıyla ‘insan‘ı oluşturan ‘Kıvılcımlar‘ın evriminin başlaması, Gezegensel Varlık’ın yedi bedeninin tamamlanmasından sonra gerçekleşir.
İlk yedi kümenin boyutlardan aşağıya doğru yolculuğunda, evren içinde Logos’un tesirleri dominant durumdadır. Gezegensel Varlıklar’ın bedenlerinin etkilenmemesi için, dördüncüden yedinciye kadar kümelerin epigenez aktiviteleri sonucunda ortaya çıkan dengesizlikler, bu süreç zarfında derhal düzeltilir.
Ancak Gezegensel Varlık’ın bedenlerinin tamamlanmasından sonra, Logos’un tesirleri artık dengesizlikleri tamamen gideremez; çünkü Gezegensel Varlık’ın gelişmesiyle birlikte tesirleri de kuvvetlenmiş ve araya karışmaya başlamıştır. İşte bu noktada epigenetik faktörler, bireysel karmanın temellerini atarlar.
Her Gezegensel Varlık, insan evrimini bir aşama geriden takip eder ve bu nedenle de, insan evrimini bir ölçüde engelleyen bir faktör teşkil eder.
5
‘Üç Ana Küme‘nin, ‘Üç Kozmik Halka‘ ve ‘Dört Elementin Özleri‘ ile bağıntıları şu şekilde ifade edilebilir:
(1) Sahip oldukları büyük ‘Hareket Kuvvetleri‘ sayesinde ‘Ateşin Lordları‘, ‘Kozmos Halkası‘na ve ‘Ateş‘ elementine,
(2) ‘Formun Lordları‘, ‘Kaos Halkası‘na ve asal ‘Toprak/Su‘ elementlerine,
(3) ‘Zihnin Lordları‘, ‘Geçilmez Halka‘ya ve ‘Hava‘ elementine tekabül ederler.
‘Kişisellik‘ ancak belli bir limite kadar gelişir ve kollektivizmin daha yüksek arkı üzerinden geri döner. İnsan zihninin limitleri, gerçekte, insan ırkı için bir emniyet faktörü yerine geçer.
6
Bir zaman gelir ki, gezegensel kürelerde, merkez yönündeki ark üzerinde hareket eden hiç bir küme kalmaz. Bu gerçekleştiğinde, son kümenin geride bıraktığı koşullar yavaş yavaş kaybolur ve bir süre için hiç bir şey cereyan etmez. Daha sonra, yine yavaş yavaş, boyutun dışında oluşan bir tür vorteks, bir çeşit insandışı varlık, gelişme arayışı içinde boş bulduğu bu boyuta süzülür ve küçük ölçekli bir evrime başlar.
Bu varlık, çok basit türde bir yaşam sürdürür ve sonunda fiziksel boyuta çekilir. Bu tür bir yaşam biçimini, ancak esoterik öğretinin süptil yanını çok iyi özümsemiş bir kişi idrak edebilir. Bu varlık için söyleyebileceğimiz tek şey, bir tür ‘Elemental‘ olduğudur.
Bu varlık da, insanlara oranla çok sınırlı bir biçimde de olsa, sonunda ‘İlahi Kıvılcımlar‘la temas kurar.
Kelimelere dökülmesi çok zor olan bu konuyla ilgili açıkladıklarımız, okuyucuya ancak çok genel hatlarıyla bir fikir vermeye yöneliktir.
7
Dördüncüden yedinciye kadar ‘Yaşam Kümeleri‘, insanlığın ortak orijinini teşkil eder. Bu kümeler, boyutlar boyunca aşağıya doğru hareket ederlerken insanlığın prototiplerini ve temel içgüdülerini yaratırlar. Bunlar, kollektif bir oluş hali olan ve zaman içinde insanlığı oluşturan büyük bir ‘Grup Ruhu‘nu temsil eder ve ‘Tanrısal Formlar‘ denilen evrensel kanunları yaratırlar. İnsanın grup içinden doğması ve Gezegensel Varlıklar’ın bedenlerinin tamamlanması ise, ancak bu kanunların tam anlamıyla yerleşmesinden sonra gerçekleşir.
İnsanlığın ‘kollektif bilinçsizlik‘ olgusunu yaratan, işte bu grup halidir. Çeper yönündeki ark üzerinde ise insan, rüya ve vizyonlarla tanışır.
İnsanın bu grup halinden çıkışı, ayrılmışlığın başlangıcını teşkil eder ve bu noktada ırka bağlı sınıflamalar ortaya çıkar. Yüksek derecede insani prensipleri içeren bir sosyal yaşam çerçevesinde, ayrılık olgusunu işbirliği ile değiştirme güdüsü, bir ideal olarak yerleşir.
Bu kümeler derece derece insan-öncesi formu oluştururlar; ki bu form dördüncü kümenin zamanında bile hala embriyo aşamasındadır. İşte bu insan-öncesi dönemler, insanlığın tarihinde önemli bir yer tutar. İnsansal prototiplerin oluşumu ve gelişmesi, ‘Gezegensel Embriyoloji‘ olarak tanımlanır.
Bildiğimiz şekliyle insan formu, yedinci kümenin ortalarında teşekkül eder. Bir bakıma insan formunun prototipleri, Gezegensel Varlık’ın projekte ettiği kendi imajına ve bu imajın taşıdığı, Logos’tan farklı olmakla beraber onunla çatışmayan, kavramlara dayanır.
8
Üçüncü bölümde, ‘Hareket‘, ‘Işık‘ ve ‘Ses‘ olarak sıralanan üç aktivite ile, ‘Yaşam Ağacı‘nda yer alan üç semavi Sephiroth arasında bir bağıntı mevcuttur. Sephiroth‘a verilen rakamlar, belli atomların (veya fasetlerin) numaralarına tekabül eder. Örneğin, üç kenarlı atomun yapısının sadeliği ile ‘Binah‘ (‘anlayış’ı temsil eden üçüncü Sephirah) sembollerinde ‘üç‘ rakamının kullanılması arasındaki ilişki son derece açıktır.
Tarot kartlarında yer alan dört ‘Üçler‘ de aynı temele dayanır. Aslında ‘Yaşam Ağacı‘ ve Tarot’ta yer alan prensiplerle, burada verilen öğreti arasında tam bir paralellik mevcuttur.
9
‘İlahi Kıvılcımlar‘ ve bizim sistemimizin Logos’u, ‘Tezahür Etmemiş Olan‘dan hasıl olan ‘Asal (Kozmik) Atomlar‘ından dolayı ortak bir orijine sahiptirler. Bir ‘İlahi Kıvılcım‘ın Logos tesirlerine maruz kalmadan önce sahip olduğu bu ‘Asal Atomlar‘a ‘Tohum Atomlar*’ adı verilir.
‘Asal Atom‘dan başlayarak, her birimizin içinde mevcut olan ‘İlahi Kıvılcım‘a kadar süren gelişme bir süreklilik sergiler. ‘Asal Atom‘un gelişmesiyle ortaya çıkan, Kozmos’un ‘on kenarlı‘ veya ‘gezgin‘ atomu, evrimleşerek Büyük Varlık’ı yaratır. Bunun gibi ‘İlahi Kıvılcımlar‘ da, ‘Gezgin Atom‘un veya Büyük Varlık’ın tesir alanına giren bazı daha az kompleks atomlardan gelişirler. Büyük Varlık, ‘İlahi Kıvılcımlar‘ın geliştirdiği kavramları değerlendirerek kendi evrenini yaratır ve projekte eder.
Bir Büyük Varlık’la bir ‘İlahi Kıvılcım‘ arasında nitelik farkı değil, bir derece farkı mevcuttur. Büyük Varlık tüm ışınların, ‘İlahi Kıvılcım‘ ise sadece bir ışının, tüm boyutlardaki deneyimlerine sahiptir.
Kozmos’dan Evren’e Büyük Varlık tarafından taşınan bazı atomlar, Evren’in ‘Gezgin Atomları‘nı oluştururlar. Bunlar Büyük Varlık kadar gelişmemiş olmakla beraber, bir tezahür boyutunda yerleşemeyecek kadar kompleks bir yapıya sahiptirler ve merkeze dönerler. Sonradan ‘İlahi Kıvılcımlar‘a dönüşen bu atomların, merkeze doğru olan yolculuklarında bıraktıkları izler, Logos imajını ve tesirlerini taşır. ‘İlahi Kıvılcımlar‘ evre tamamlanana kadar ‘Logos Bilinçliliği‘ ile koşullanır ve daha sonra bu tesirden kurtulup, ‘Tohum Atomlar‘ olarak orijinal çekirdeklerine dönerler.
O halde ‘İlahi Kıvılcımlar‘ı Kozmos açısından veya ‘Güneş Logos Evrimi‘ açısından değerlendirmek mümkündür. Gerçekte bir ‘İlahi Kıvılcım‘ Varlık’ını ve enerjisini, orijinini teşkil eden ‘Tezahür Etmemiş Olan‘a borçludur.
‘İlahi Kıvılcımlar‘ ‘Güneş Logos‘tan tezahür etmezler; sadece bir döngü boyunca ‘Güneş Logos‘un evrimsel aktiviteleriyle koşullanırlar. Öyle bir an gelir ki, ‘Kişisellik‘ artık ‘Güneş Logos‘un yetkisi altında kalmayı reddedip, kendi gerçek Varlık’ını idrak eder. Bu noktada ‘İlahi Kıvılcım‘ın dışsal gelişimi adeta kendini terk eder ve tekrar bir tohum atom haline dönerek ‘Kişisellik‘i kendine bağlar. Artık Güneş evriminin sınırlayıcı tesirlerinden özgür olan ‘İlahi Kıvılcım‘, ‘Kişisellik‘ bazında ‘uzay-zaman‘dan bağımsız, mükemmel bir bilinçlilik haline kavuşur.
‘Sağ Yol Hattı‘nı seçen ‘Kişisellik‘, şimdi saf ve limitsiz ‘enerji‘ ile temas halindedir ve bu ona büyük sorumluluk yükler.
‘Kişisellik‘, yaratıcı, veya bir başka ifadeyle ‘Tanrısal‘, aktivite içine girdiği bu safhada, bu enerjiyle kurduğu teması idrak etme derecesiyle orantılı olarak koşullanır.
İleri derecede inisiyasyonlar, ‘Kişisellik‘in, ‘İlahi Kıvılcımlar‘ın (yani ‘tohum atom‘un) içsel yanıyla kurduğu temasın derecesine bağlı olarak gerçekleşir.
Güneş evriminin döngüsü ‘Karmanın Lordları‘ tarafından tayin edilir ve ‘karma‘nın uzayda bıraktığı izlerin değerlendirilmesi sürecidir. Bu evrim, ‘tohum atom‘un uzaydaki izlerinin, Logos tesirine maruz kalmasıyla başlar.
Güneş evriminin tamamlanmasına kadar ‘Kişisellik‘, gücün bir kısmını kendi ihtiyaçları için yönlendirmeden saf bir şekilde yansıtmayı başaramaz.
Doğal olarak önceki ve sonraki evrim safhaları arasında geniş bir kademe yelpazesi mevcuttur. Ancak genel hatlarıyla açıklarsak, önceki safhalarda, ‘Kişilik‘ üzerinde bir hazırlık çalışmasından sonra, ‘Kişisellik‘in tedrici olarak kendi gerçek varlığı olan tohum atomla temas haline getirilmesi söz konusudur. İleri safhalar ise, tam bir işbirliği içine girmiş olan varlıkların gerçekleştirdiği yaratıcı çalışmaları içerir.
Tüm bu safhaların başarıyla geçilmesi için, ‘Kişilik‘ üzerinde yapılan hazırlık çalışmasının önemi büyüktür.
*Burada bahsedilen ‘Tohum Atom‘ Kozmos’la ilişkilidir ve 12. Bölümün sonunda adı geçen ‘tohum atom‘dan farklıdır.
10
‘Cansız atomlar‘ ve ‘İlahi Kıvılcımlar‘, ‘Tezahür Etmemiş Olan‘ içinde ortak bir orijine sahiptirler. Bizim sistemimizin Logos’u olan Büyük Varlık, evrenini projekte ederken, bu varlıkların kendi imajlarıyla ilgili geliştirdikleri nosyonlardan yararlanır. Evrendeki her yaşam, kaynağını kendi tohum atomundan alır. Güneş evriminin amacı, kendi evreninin atomlarının, onların Kozmos’da yer alan ‘tohum atomlar‘ıyla birleşmelerini sağlamaktır.
Bir evrenin Logos’u ile o evrenin gezgin atomları arasında nitelik değil de, derece farkının olduğundan bahsetmiştik. Aynı şeyleri, bir gezgin atomla bir cansız atom hakkında da söyleyebiliriz.
Güneş evriminin başlarında Büyük Varlık tarafından taşınan Kozmik atomlardan sadece oldukça gelişmiş olanları o evrende gezgin atomlar haline dönüşürler ve uzaydaki izlerinde Logos damgasını taşırlar. Farklı bir durum sergileyen ilk üç kümenin atomlarını hariç tutarsak, bu gezgin atomlar insan evrimiyle doğrudan ilişkilidirler ve aralarında, yapılarında mevcut faktörlerden kaynaklanan derece farklılıkları gözlenir.
Cansız atomlar, gezgin atomlardan daha az gelişmiş durumdadırlar ve Güneş evrimi boyunca, gelişme derecelerine göre sürekli Logos tesirlerine maruz kalır ve bu tesirleri yavaş yavaş özümserler. İşte bitkisel ve hayvansal yaşamın ‘Üstün Ruhu‘, Logos tesirlerini alan bu tür cansız atomlardan gelişir.
11
İnsana ait temel ‘ses‘, bir ‘İlahi Kıvılcım‘ın gelişiminde saklıdır. ‘Kıvılcım‘ın taşıdığı Logos damgası, resimsel bir kavramdan ziyade, bir ses titreşimi olarak algılanmalıdır. Eski nümeroloji öğretilerinin temelinde, işte bu tür bir asal veya temel ses nosyonu yatar.
Logos tesirlerinin damgalanmasında, esas olarak, ‘Logos Trinitre‘sinin ‘Sevgi‘ olarak bilinen parçası etkendir.
12
‘Üç Ana Küme‘nin her biri, Logos’un asal halkalardan kaynaklanan asal niteliklerinden birinin sebep olduğu bir itki ile tezahür ortamına projekte edilir. Bu üç küme diğerlerinden farklı bir nitelik sergiler. Sonraki kümeler hem Logos’ un, hem de ‘Üç Ana Küme‘nin, yani ‘Ateş‘in, ‘Form‘un ve ‘Zihnin Lordları‘nın, tesirleri altında gelişirler. Bu nedenle bu kümeler, ‘Kozmik Halkalar‘ın tesirlerinin yanı sıra, Logos itkisini aldıkları anda dominant olan ‘Işınlar‘ın tesirlerini de taşırlar.
Bu şekilde, yeni kümelerin yolculuklarına başlamalarıyla belirlenen büyük evrim safhaları, on iki Kozmik Işın tarafından denetlenmiş olur. Bu safhalarla, ‘Kozmik Zodyak‘taki ‘Evler‘ ve ‘Ekinoksların Gerilemesi‘ olgusu arasında bir bağıntı mevcuttur.
‘Işın Örnekleri‘, bu safhaların enerjisini sağlar ve onları sınıflandırırlar. Bir bakıma Zodyak ile evrim safhaları arasında Kozmik aracılar olarak görev yapar ve Zodyaksal tesirleri yansıtırlar. Daha sonra ise bu tesirler, Gezegensel Varlıklar üzerinde etken olmaya başlar.
13
Eski zamanlara ait ‘Tanrısal Formlar‘dan sadece ikisi ‘Öz Ben‘ karakteri taşırlar; diğer formlar ise genelde belirgin nitelikleri temsil ederler. Bu iki ‘Tanrısal Form‘, ‘Horus‘ ile ‘Eros‘tur. Bunlardan ‘Horus‘ ‘İlahi Kıvılcım‘a, ‘Eros‘ ise ‘tohum atom‘a tekabül eder. Başka bir ifadeyle, bu formlardan ilki tohum atomun dışsal, diğeri de içsel nitelikleriyle bağıntılıdır.
Eros, kendisini ‘Cupid*‘ ile özdeşleştiren popüler algılamadan farklı olarak düşünülmelidir. Burada Eros, Eros artı Anteros* olarak insanın özünü ve ‘Kozmik Yumurta‘dan çıkan kaynakları (mitolojide yer alan felsefik kavramlar gibi) temsil etmektedir. Eros, Kaos’a düzen getiren ilk kuvvetlerden biri olarak ‘Tanrılar Konseyi‘ne başkanlık eder ve hem Tanrılar’ın, hem de insanların zihinlerini denetler. Eros gizemli Samothracian* öykülerinde de Tanrılar’dan biri olarak yer alır.
*Cupid: Güzel erkek çocuk. Eski Roma mitolojisine göre ‘Aşk Tanrısı‘.
*Anteros: Sevgiye karşı olduğu varsayılan eski Yunan Tanrısı.
*Samothracian: Semendirek adasıyla ilgili.
14ö
Esoterik öğretilerde, Sirius yıldızının tesirlerinin Güneş evrimine olan katkısı üzerinde önemle durulur. Astronomik pozisyonuna göre Sirius, Güneş Sisteminin dışında yer alır. Ancak Kozmik açıdan bakıldığında, Sirius ve başka bir çok yıldızın, ‘Güneş Logos‘u üzerinde koşullayıcı bir etkiye sahip olduğu görülür. ‘Güneş Logos‘ ise hem kendi evrenini koşullar, hem de onun tarafından koşullanır. Bu nedenle Sirius ve diğer yıldızların tesirleri, evrene iletilmeden önce belli değişimlere tabi olur ve Güneş evrim sürecini önemli ölçüde etkilerler. Ancak, bir kişinin Sirius veya diğer yıldızların saf tesirlerini alabilmesi için, Güneş evriminin bir evresini tamamlamış olması gerekir.
15
Ortodoks bilim, dünyanın bedenini oluşturan materyalleri inceler. Esoterik çalışmalar ise ‘İç Dünya‘nın derinliklerini ve Gezegensel Varlık’ın yapısını anlamaya yöneliktir. Yeryüzünü, pek çok medeniyetin katkısıyla gelişen bir ‘Dünya‘ olarak kabul etmekten ziyade, bir gezegen ve Güneş Sistemi içinde bir küre olarak düşünmek daha faydalı olabilir. Yeryüzünden gelip geçen medeniyetleri koruyan ve besleyen büyük güç, bazı durumlarda ‘Toprak Ana‘ olarak da nitelenen Gezegensel Varlıktır.
Gezegensel Varlık’a tahsis edilen rehber ‘Baş Melek‘, insanda ‘Entelektüel Prensip‘ olarak bilinen yüksek nitelikleri sağlar. Bu rehberlerin isimleri, ‘Mistik Kabala‘ gibi bazı standart referans kitaplarında bulunabilir.
16
Her gezegen bir evrenin tüm prensiplerinin içerir; öyle ki, gezegensel yaşamın ‘Grup Ruhu‘, Logos’un üç temel yönüne benzer nitelikler sergiler. Her gezegende, asal ‘Sevgi‘, ‘Zeka‘ ve ‘Güç‘ nitelikleri belli ölçülerde yer alır. Bu gezegensel niteliklerin, boyutlar boyunca aşağıya doğru hareket eden ‘Yaşam Kümeleri‘ üzerindeki tesirleri, insan ırkına da yansır. Nasıl daima insanlığa rehberlik eden bazı ‘Öğretmenler‘ mevcutsa, gezegenlerin de, kendi yaşam koşullarıyla belli prensipleri yerleştiren ‘Liderler‘i vardır.
Gezegensel maddenin kuvvetleri, hem gezegenin kendi küresi dahilinde, hem de Dünya üzerinde büyük tesirler uygular.
Dünya göksel yolculuğuna başlarken çeşitli gezegenlerin maddesi, sonradan yerküreyi oluşturacak olan boş ve düzensiz kütleye nüfuz etmiştir. Böylece oluşan kuvvetler, Dünya’nın dış ve iç yapısında izler bırakırlar ve deprem gibi bazı hareketlere yol açarlar. Gerçekte, Dünya’daki bazı maddelerle, ilgili bir gezegenin maddeleri arasında süregelen bir bağıntı mevcuttur.
Bu maddelerin etkileşimiyle ise belirli reaksiyonlar ortaya çıkar. İşte bu olgu, astrolojinin hassas uygulamalarına temel teşkil eder; ancak, bugün için yeterince anlaşılması ve değerlendirilmesi pek mümkün değildir.
Çok eski zamanlarda, ruhban sınıfının ilerlemiş elemanları, yıldızlar, gezegensel kuvvetler ve Dünya’nın manyetizması hakkında oldukça bilgi sahibiydiler ve bugün kökeni unutulmış olsa da belli ölçüde hatırlanan bir sistem geliştirdiler. Bugün yeryüzünde bazı kişilerin medyamik yetenekleri, bu kuvvetler tarafından harekete geçirilmektedir. Örneğin, bazı insanlar depremlere veya atmosferik basınçlara, diğerlerine oranla daha duyarlıdırlar. Bu insanlar, Dünya’da bu tür değişimlere yol açan gezengene tekabül eden kuvvetlerin bir kısmını doğalarında içermektedirler. Gerçekte bazı gezegenler, Dünya’nın aurası üzerindeki tesirleriyle Dünyadaki ‘Su‘, ‘Ateş‘, ‘Hava‘ ve ‘Toprak‘ koşullarını etkilerler.
Temelde yatan prensip her şeyin birliğidir. Dünya tek ve özel değildir; Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerden sadece biridir. Güneş Sistemi, çeşitli safhalardan sonra yoğunlaşarak, Ay, Venüs, Satürn ve diğer gezegenlerle birlikte Dünya’yı da oluşturmuştur.
Gezegensel Varlıklar, bir bakıma gezegenlerin ‘Grup Ruhları‘ olarak düşünülebilir. Eski zamanlardaki uygulamalarda olduğu gibi, görsel imgelemeyle bu varlıklara belli formlar kazandırılabilir. İşte mitolojide yer alan kuvvetler, Gezegensel Varlıklar’ın insan aklı ve karakteri üzerindeki etkileri ile ortaya çıkan vizyon ve imgelemelerle yaratılan astral formlardan gelişmişlerdir.
Görüldüğü gibi, Gezegensel Varlıklar’la, bugün için bile araştırma konusu olan bazı ‘Tanrısal Formlar‘ arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur.
Bir evrim sona erdiğinde başlayan yeni süreç içinde farklı gezegenler devreye girer. Bu nedenle, bugünün astrolojisi pratikte aşılması çok güç olan problemlerle uğraşmak durumundadır.
Yaşam kümelerinin hareketleri ve mevcut insanlık üzerindeki etkileri konusunda öğrenecek pek çok şey vardır. Tarih içinde çeşitli dönemlerde belli Gezegensel kuvvetler, taşıdıkları özellikler doğrultusunda Dünya’yı etkilemişlerdir. Gezegensel kuvvetler denildiğinde, Güneş tesir alanı içinde yer alan, Zodyak’ın on iki burcu gibi bazı Yıldızsal kuvvetler de dahil edilmektedir.
Burada bu konunun tüm detaylarıyla incelenmesi mümkün değildir. Ancak şunu söyleyelim ki, Atlantis‘te etken olan kuvvetleri temsil eden İkizler Burcu, içinde bulunduğumuz çağda Dünya’yı tekrar tesiri altına alacaktır. Günümüzde yıldız kümeleri, Atlantis‘in son günlerinde gözlenene benzer bir konumda yer almaktadırlar. Bu nedenle bazı temel Gezegensel kuvvetler ve burçlar insanlığı etkilemektedir. Yıldızların sergiledikleri kombinasyonlar o dönemdekilerle tamamen aynı olmasa da, içsel koşullarda bir benzerlik mevcuttur.
Bugün için Dünya artık tufanların tehdidi altında olmasa da, çok çeşitli çatışmalara ve mücadelelere gebedir.
17
Şimdi de, ‘Formun Lordları‘ olarak anılan Logos’un büyük soylularının yaşam dalgası olan ikinci küme üzerinde duracağız. Bunları mimar olarak da nitelemek mümkündür; çünkü tüm formlar, tüm şekiller onların aracılığıyla gerçekleşir. Bu mimarlar, yaşamın mevcut kuvvetlere reaksiyon verebilmesi için gerekli olan belli bir süre boyunca, yaşamsal bilinçliliği saran formu yaratırlar. Bu sürenin sonunda yaşam farklı koşullara çekilirken, form terkedilir ve elementlerine ayrışır. İşte böylece ‘ölüm‘ kavramı ortaya çıkar. Bu nedenle ‘Formun Lordları‘, ‘Ölümün Tanrıları‘ olarak da bilinirler.
Büyük ölçekte ölüme yol açan savaş benzeri olgular, ‘Formun Lordları‘nı derinden ilgilendirir; çünkü böyle olaylar tüm gezegeni sarsar ve gezegensel kuvetlerin yeniden dengelenmesi gerekir. ‘Formun Lordları‘ genelde bireylerden ziyade grup ruhları ile işbirliği içindedirler. Ancak, insanlığa yol gösteren büyük bir ‘öğretmen‘ söz konusu olduğunda, ‘Formun Lordları‘, gezegeni yeni ve yüksek yaşamsal kavramlara adapte etmek için bir çalışma nizamı içine girerler. ‘Mesih‘in, Nazareth’li İsa‘nın bedenini kullanarak Dünya gezegenini derinden etkilediği dönemde, Dünyasal hatlarda kesin ama ölçümlenmesi zor değişiklikler meydana gelmiştir. Bilimsel açıdan gözlenmesi mümkün olmayan bir süreç içinde Logos’sal Kuvvetler yön değiştirmiş ve Dünya’nın dış tezahürünün gerisinde yatan içsel (veya Eterik) kuvvetler değişmeye başlamıştır.
Form sadece maddeyi çevreleyen hatlardan ibaret olmayıp, şeklin tümüdür ve yaşamın belli bir biçime olan gereksinimini karşılar. Şekil birdenbire belirmez; tıpkı yaşam gibi şekil de, belli bir evrim süreci içinde gelişir.
Yıldızlar, gezegenler, büyük kara kütleleri gibi Kozmik formların biçimleri, ‘Formun Lordları‘ tarafından belirlenir. Eski zamanlarda insanlar bu varlıkların ve sahip oldukları büyük güçlerin farkındaydılar. Onları, ateşi ve maden kaynaklarını yöneten ‘Titanik (beşer üstü, muazzam) Kuvvetler‘ olarak kabul eder ve bu güçlere büyük saygı gösterirlerdi.
Büyük kimyasal (ve simyasal) tepkimelerin gerisinde de ‘Formun Lordları‘nın güçleri görev başındadır. Bu ‘Lordlar‘, ‘Elemental Güçler‘ ve Dünya’nın metalik ve mineral kuvvetlerini kaynaştırarak ve kullanarak formları oluştururlar. Genelde büyük ve geniş formlar en sade olanlardır; ebat küçüldükçe komplekslik derecesi de artar. Aynı gerçek, tarih öncesi dev yaratıklarla bugünün hayvanlarının yapıları kıyasladığında da gözlemlenebilir. Benzer şekilde, bir gezegenin büyük ölçekli ‘dış‘ yapısı oldukça sadedir.
‘Ateşin Lordları‘ aynı zamanda ‘Vibrasyonun Lordları‘, Formun Lordları ise ‘Ritmin Lordları‘ olarak bilinirler. ‘Formun Lordları‘, evrenin inşası sırasında ritmik bir ilerleme ve gerileme hareketi sergilerler. İşte evrende ritim bu şekilde başlar. Bu arada ‘Ölüm‘ ve ‘Doğum‘ gibi büyük ritimler de ortaya çıkar. Daha önce de belirtildiği gibi, bu nedenle ‘Formun Lordları‘, ‘Ölümün Lordları‘ olarak da anılırlar.
‘Formun Lordları‘, ‘Kaos Halkası‘ ile yakın bir bağlantı içindedirler. Bu ‘Lordlar‘, sonunda formu parçalayarak kuvveti serbest bırakan, büyük bir itici reaksiyon potansiyelini taşırlar. Aynı zamanda mineral formlarının oluşması sürecinin de arkasında yer alırlar; çünkü mineral formları Dünyasal formdan gelişen oluşumlardır ve bir anlamda gezegenin yaşamı da mineralin içinde mevcuttur.
Efsanelerde yer alan ‘Çekiç ve Örs‘ tektonik kuvvetleri, ‘Demircilerin Tanrıları‘ gibi yeraltının büyük güçleri, ‘Formun Lordları‘nın hizmetçileri olarak görev yapan, düşük derecede ‘elementaller‘le bağıntılıdır. Doğru koşullarda gerçekleştirilen bir ritüelde ‘elementaller‘, diğer kuvvetler devreye girinceye kadar mevcut kuvvetleri bir arada tutan astral formlar yaratırlar. Burada ritim ve tekrar önemlidir; çünkü formların oluşmasındaki süreklilik sayesinde, astral planda mümkün olabilen en yoğun formlar ortaya çıkar. Usta bir okült uygulayıcısının bu varlıkların hizmetinden ve işbirliğinden yararlanmasına benzer bir şekilde, Logos da, çok daha büyük bir ölçekte, Dünya’nın ve sistemindeki diğer gezegenlerin yaratılmasında, ‘Formun Lordları‘nın güçlerini kullanmıştır.
Güneş sisteminin elemanları tümüyle birbiriyle bağıntılıdır. Dünya’daki bazı mineral formlarında, diğer gezegenlerin tesirleri saklı olarak bulunur. Örneğin, bazı değerli taşların diğer gezegenlerle bağıntısı olduğu inancı, sanıldığı gibi bir hurafe değildir. Bunun gibi belli metallerin kompozisyonunda, onları diğer gezegenlerin maddesine bağlayan elemanlar mevcuttur.
‘Formun Lordları‘nı gözünüzün önünde canlandırmak için, yeraltının karanlığında, ‘İç Dünya‘nın derinliklerinden gelen kırmızı flaşlarla aydınlanan geniş amfi tiyatro imgeleyin. Bu karanlığın içinde örs üzerinde bir çekicin sesini duyduğunuzu; önce çok hafif olan bu sesin, sert, güçlü ve sade bir ritimle yavaş yavaş size yaklaştığını düşünün.
Bu ritmik sesin şiddetinin yükselmesiyle birlikte dev formlar belirmeye başlar. Bu formlar oldukça bulanık ve belirsiz görünürler; çünkü bildiğimiz anlamıyla uzaya sığmayacak kadar büyük ve güçlüdürler. Bu formların taşıdığı eterik yoğunluğu hissedin.
‘Formun Lordları‘nın üstlendiği görev, milyonlarca yıl süren bir çaba ve sonsuz bir sabır gerektirir. Bir ‘Formun Lordu‘ yeni bir bir işe başladığında, Logos’tan ve son görevini gerçekleştirdiği küreden kazandığı gücü beraberinde getirir. Bu yeni güç ise farklı nitelikte kuvvetlerin ortaya çıkmasına yol açar. Böylece büyük çekiç, yaparak, bozarak ve yeniden yaparak, ilelebet örsü döver durur.
Bu ‘Soylular‘ ayrıca, Logos’un ölüm ve yeniden yapılanmaya ilişkin yönünün temsilcileridirler. Zamanı geldiğinde formdan özgür olmak isteyen kişi, bu ‘Lordları’ yardıma çağırır. Gerçekte ölümü bilen ve anlayan kişi ölümü yenmiş demektir; artık ‘Formun Lordları‘nın bir öğrencisidir.
Bizi ve gezegensel küreleri inşa etmiş olan, ister fiziksel ister astral planda olsun, biçimsel kanunların arkasında yer alan bu büyük mimarları iyi anlamamızda ve onlarla işbirliğini geliştirmemizde büyük yarar vardır.
18
‘Mistik Kabala‘da ‘On Kutsal Sephiroth‘un ‘Baş Melekler‘inden bahsedilir. Bunlar, kürelerin ‘Zeka‘sını teşkil eden, ilk kümeden ‘Ateşin Lordları‘dır ve kontrolleri altındaki ‘Kürenin Melekleri’nin yardımıyla temel güçlerle çalışırlar.
‘Malkuth Küresi‘, Dünyasal boyutu ve yoğun maddenin içindeki spiritüel değerleri, yani ‘Atomun Ruhu‘nu, kapsar. Bu küre, Sandalphon adı verilen ‘Dört Elementin Lordu‘nun himayesi altındadır. Bu ‘Baş Melek‘, bilhassa fiziksel planla uyum sağlamakta güçlük çeken kişilerin yardıma çağırabileceği bir güç merkezidir; çünkü fiziksel objelerin ‘ruh‘u onun denetimi altındadır. Eğer bir sandalyenin veya bir masanın içsel plan koşullarına nüfuz edebilseydiniz, yoğun maddeyi bir arada tutan, çok yavaş bir vibrasyon ve hareket içinde, sonsuz sayıda minik molekülleri görebilirdiniz. Sandalphon, tüm bu aktivitelerin ‘Üstün Lordu‘dur. Onu, açık yeşil, zeytin yeşili, koyu kırmızı ve siyahdan ibaret olan ‘Malkuth‘un dört Kabalistik renginde, bir büyük meleksel form olarak imgeleyebilirsiniz. Düşük bir vibrasyon hızına sahip ve oldukça hantaldır; çünkü yoğun madde boyutuna ve hemen yakındaki eterik boyuta aittir.
‘Akaşa‘ olarak da bilinen ‘Yesod Küresi‘, daha derin ve daha uzak eterik oluşumlarla ilgilidir. Burada ‘Baş Melek‘, doğada ve insanda pek çok süptil alanın yöneticisi durumunda olan Gabriel (Cebrail)’dir. Rüyaların ve insanda medyamik yetenekleri uyandıran farklı türde vibrasyonların ‘Lordu‘dur.
Hristiyanlıkta, ‘Haberci‘ mekanizması ile bağıntılı olduğu kabul edilir; çünkü çok uzak boyutlardan insan zihnine ulaşabilen özel türde mesajların denetleyicisi olan bir ‘Mistik Haberci‘dir. Gerçekte Meryem Ana‘ya ve pek çoklarına mesajlar iletmiş olan ‘Haberci Melek‘tir. Gabriel, yoğun bedenin aktif olmadığı ve süptil kısımların başka boyutlara ulaşabildiği uyku dönemiyle ilgilidir. İnsanlarda ‘Ay Bilinçliliğini‘ uyandırmak, görevinin önemli bir bölümünü teşkil eder. Ruh üzerine manyetik bir çekim uygular. Ruhtan bilinçliliği çektiği için, fiziksel güç üzerinde sakinleştirici bir etkisi vardır. Bu küre, ‘Yesod‘un leylak ve mor renklerinden kanatları olan, gümüşten yapılmış muazzam bir yumurta şeklinde tasvir edilebilir. Taşıdığı özel vibrasyon ise coşkun suların sesine benzer.
‘Tiphareth Küresi‘nin ‘Baş Melek‘i Raphael‘dir. Raphael, gün ışığının iyileştirici ve koruyucu güçleriyle ve bilhassa günümüzün radyasyonla tedavi yöntemleriyle alakalıdır. Ancak bu konular, esoterik bakış açısından hala gizemini büyük ölçüde korumaktadır.
Son olarak, ‘Baş Melek‘i Metatron olan ‘Kether Küresi‘nden bahsedebiliriz. Onun, ‘Yaşam Ağacı‘ sembolizmasının insanlığa verilmesinden sorumlu olduğu söylenir. Kozmik prototiplerin dünyasında çalışır ve tesiri, çok ender olarak ve ancak uzak spiritüel gerçeklere erişildiğinde, kör edici bir flaş şeklinde hissedilir.
Burada bahsedilen varlıklar bildiğimiz şekliyle form nosyonunun ötesinde olduklarından, onların ne sembollere indirgenmeleri, ne de resmedilmeleri mümkün değildir.
‘Yaşam Ağacı‘nda orta sütun boyunca yer alan küreleri inceledik. Şimdi iki yan sütuna dönelim:
‘Chokmah Küresi‘nin ‘Baş Melek‘i Ratziel’dir. Evrimin başlangıç aşamalarında gerekli olan yaratıcı gücü temin eder.
‘Binah Küresi‘nin ‘Baş Melek‘i olan Tzaphkiel, tüm mistik mezheplerin geri planında yer alır. ‘Tapınağın Baş Meleği‘ olarak bilinir ve merkezinde pembe bir parıltı içeren, yaşayan bir karanlıktan ibaret muazzam bir mevcudiyet olarak tasvir edilebilir.
‘Chesed‘in ‘Baş Melek‘i Tzadkiel‘in, iyiliğin ve ebedi güvenliğin mutlak sükunetini sağlayan bir etkisi vardır. Bilhassa sinir sistemi zayıf olan ve çabuk sinirlenen kişilere büyük yardımları dokunabilir.
‘Geburah‘ın ‘Baş Melek‘i Khaemel, zayıfların koruyucusudur. Aynı zamanda, kanunu ihlal edenler için bir ‘İntikam Meleği‘dir.
‘Netzach‘ın ‘Baş Melek‘i Haniel, uyum, güzellik ve aynı zamanda küreler, gezegenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar arasındaki etkileşimlerden sorumlu olan küreye bağlıdır. Haniel, sempatik vibrasyonun büyük temel örneğidir. Yeşil ve sarı bir alevle parlayan ve başının üzerinde gül rengi ışık halesi taşıyan bir varlık olarak tasvir edilebilir.
‘Hod‘un ‘Baş Melek‘i Michael‘dir. ‘Hod‘, ‘maji‘nin küresidir ve Michael, insanın dünyasına sızabilen çeşitli negatif tesirlerin kontrolünü elinde tutar.
Bilhassa deneyimsiz kişilerin uygulamaları sırasında, maji yöntemlerinin temel koruyucusudur. Eski Yahudi kaynaklarında, burada sıralananlar dışında daha pek çok meleklerin isimlerine rastlanabilir. Burada sadece Tanrı’nın büyük ışınlarını denetleyen en önemli on meleğe yer verilmiştir.
‘Yaşam Ağacı‘ üzerinde çalışanlar, Sepiroth‘un Tanrısal güçleriyle temasa geçmek için, genellikle çeşitli putlaştırılmış Tanrısal formlar kullanırlar. Oysa kürelerin bazı temel güçlerini davet etmek için, ‘Baş Melekler’e ait güçlerden ve formlardan yararlanmak daha iyi sonuçlar verir.
Çevirenin Notu:
‘Yaşam Ağacı‘nda yer alan her sephirah belli bir şakraya tekabül eder:
Kether (Tanrı ile birlik): Tepe Çakrası
Binah (zeka) ve Chokmah (anlayış): Alın Çakrası
Daath: Gırtlak Çakrası
Tiphareth (güzellik), Geburah (şiddet) ve Chesed (lütuf): Kalp Çakrası
Hod (düşüncelerin küresi), Netzach (duyguların küresi): Göbek Çakrası
Yesod: Karın Altı Çakrası
Malkuth: Kök Çakra
19
20. Bölümde yer alan ‘Işın Örnekleri‘ hakkındaki bilgiler son derece önemlidir ve üzerlerinde düşünülmesi gerekir. İçerdiği kavramların kelimelerle ifadesinin çok zor olmasından dolayı, o bölümde konu hakkında ancak genel hatlarıyla bilgi verilmiştir. Daha derin bir anlayış kazanmak için, evrimin çeşitli safhaları boyunca, hem Kozmik, hem Dünyasal anlamda rehberlik eden büyük ‘Öğretmen‘ler ve ‘Kurtarıcı‘ lar hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir.
Zodyak’ın temsil ettiği büyük kuvvet akımlarının getirdiği muazzam tesirleri ve koşulları düşünün. Bu akımların içinde Logos’un ‘Kurtarıcı Kuvveti‘nin çeşitli türleri iş başındadır. ‘Büyük Kozmik Kuvvet‘, belli bir amaçla evrim üzerindeki tesirini yükseltmek istediğinde, Logos’un temel niteliğiyle kaynaşır.
Bu büyük ‘Kuvvet‘in çeşitli biçimlerinin evrim üzerindeki tesiri, her bireye farklı şekillerde yansır. Her ‘İlahi Kıvılcım‘ için besleyici, destekleyici ve yardımcı olarak aktivite gösterirler.
‘Mor Işının Lordu‘ olarak bilinen Varlık, ait olduğu ‘Işın‘ın ‘grup zihni‘dir. Zaman zaman, ‘Mor Işın‘ın görevlendirdiği bir büyük ‘Kuvvet‘, insanlığa rehber olan kişiler üzerine odaklanır.
Kelimelerin sınırlı çerçevesi içinde konuyu net bir şekilde ifadelendirmek mümkün değildir. Bu nedenle, daha derin bir anlayış kazanmak için, kelimeleri sadece entelektüel açıdan değil, bir derin düşünce ve konsantrasyon hali içinde değerlendirmeniz gerekir.
‘Işın Örnekleri‘ne geleneksel olarak verilen isimler ve sıfatlar büyük önem taşır; çünkü hem Dünya’ya gönderilen belli bir ‘Kuvvet‘in kaynaklandığı Varlık hakkında bir fikir verirler; hem de o isim ve sıfatları taşıyanların Dünya’da enkarne iken yansıttıkları tesirleri aşan bir Kozmik güçle temas kurmanızda yardımcı olurlar. Doğal olarak, ‘Kozmik Mesih‘ ile bir birey üzerine odaklanmış ‘Kozmik Mesihin Kuvveti‘ aynı şey değildir; ikincisi birinciden kaynaklanır ve o olmadan tezahür edemez.
‘Işın Örnekleri‘nin kuvvetleri çok güçlü bir tesire sahiptir. Kişinin, esoterik terminolojiye göre ‘Yüksek Ben‘i veya ‘Kişisellik‘i ile bu kuvvetler arasında zihinsel bir bağlantı kurması, spiritüel gelişimi açısından çok yaralı olabilir.
Usulüne uygun koşullarda gerçekleştirilen ritüellerde bu büyük ‘Kuvvet‘ ile temas kurmak mümkün olabilir. Ancak olayın riski daima göz önünde bulundurulmalıdır; çünkü dünya planına çok yaklaştığı taktirde, bu ‘Kuvvet‘ yangınlara yol açabilir.
Kabalistik ‘Yaşam Ağacı‘ sembolizmi ile ifade edersek, normal olarak ritüel ortamında bu ‘Kuvvet‘, Tiphareth aracılığıyla işlev görür ve daha aşağılara inmez. Ancak bazen ‘Kuvvet‘, tezahür platformu olarak bir grup insanı kullanarak, astral ve eterik kademelerde etken olabilir. Böyle bir durumda gruptaki herkesi etkileyen yansımalar ortaya çıkar.
‘Büyük Işın‘, ‘Yüksek Ben‘ üzerine nüfuz ederek, onu ‘Kişilik‘le entegre olmaya zorlar.
Bu ise kişiler üzerinde, kapasitelerinin karşılayamayacağı derecede kuvvetli bir etki yaratır. Bu ‘Işın‘ın etkisi, ‘Yüksek Ben‘in fiziksel ölümden sonra ‘Kişilik‘in deneyimlerini özümsemesine benzer bir şekilde, ‘Kişilik‘in ‘Kişisellik‘in deneyimlerini kabul etmesini gerektirir.
Şimdi bu büyük ‘Kuvvet‘in artık bir birey üzerinde değil, bir grup üzerinde hissedilmesi zamanı gelmiştir. Bu grup gitgide büyüyerek, sonunda tüm Dünya’yı kapsıyacaktır. ‘Kuvvet‘ bugün için kullandığı içsel plan bedeni, Horus‘un taşıdığı yüksek esoterik kavrama paralellik gösterir.
Bu ‘Kuvvet‘ten önceki dönemlerde bireysel olarak etkilenen bazı Varlıklar, hala uzak planlarda çalışmalarını sürdürmekte ve bir zamanlar Dünya üzerine uyguladıkları özel gücü Kozmos içinde muhafaza etmektedirler.
Bir ‘Işın‘ın belli bir renkle bağıntılı olarak düşünülmesi her zaman için doğru değildir. ‘Kozmik Mesih’in Işını’, ‘Zihnin Lordları‘nın ‘Üstün Ruhu‘dur. Zodyak’ın Burçları aracılığıyla fonksiyon gösterir ve ‘Mor Işın‘ın da aralarında yer aldığı tüm bir renk spektrumunu içerir. Aynı ‘Işın‘ın Yeşil renkli alt-ışını, efsanelerde adları Osiris, Orpheus ve Dionysos olarak geçen varlıklarda tezahür etmiştir.
20
İnsanın asal bağlılığı ‘Bir‘edir. Aslında burada bağlılık doğru bir kelime değildir; çünkü ‘Bir‘ asal ‘Kanun‘dur ve başka bir varoluş biçimi mümkün değildir. Biz ‘Bir‘in içinde yaşar, hareket eder ve varlığımızı sürdürürüz. Ancak iyi anlaşılmalıdır ki, ‘Bir‘ veya Logos, ‘Tezahür Etmemiş Olan‘ ın tezahür edişidir. Odaklanmış veya limitli olduğu için değil, ayrımsız olduğu için ‘Bir‘dir.
Her ölümsüz ruhun Varlık’ının özü, ‘Tezahür Etmemiş Olan‘ da bir enerji çekirdeğidir. Logos, tüm boyutlarda tezahür vasıtalarının yaratılmasında kullanılan organize maddeyi temin eder. Bizim tezahür ortamındaki varoluşumuz da böylece koşullanmış olur. Logos doğası, eğer uyum içinde varlığımızı sürdürmek istiyorsak, uymamız gereken temel varoluş kanununu temsil eder.
Her yaşayan ruh, Varlık’ını Logos’dan değil, doğrudan ‘Tezahür Etmemiş Olan‘dan kazanır. Ancak, insan ‘Güneş Logos‘un belli bir küresinde gelişmesine başladığında, Logos doğasının koşullarına riayet etmek durumundadır. ‘Güneş Logos‘, ‘Güneş Sisteminin Tanrısı‘dır ve sistemdeki kanunları tayin eder. Gezegensel Varlıklar’la ve onların ‘Baş Melek Rehberleri‘yle beraber çalışır ve ‘Solar nebula*‘nın sınırları içinde tezahür halinde olan enerjinin kaynağıdır. Kısaca, ‘Güneş Logos‘, kendi evreni için ‘Koşullayıcı‘ ve ‘Koruyucu‘ konumundadır. ‘Tezahür Etmemiş Olan‘ ise hiç bir şekilde koşullanamaz.
*Nebula: Bulut halinde görünen yıldızlar ışını.
21
Burada üç başlığa anlam açısından netlik getirmek istiyoruz:
(1) Gezegensel Oluşum;
(2) Gezegensel Zeka veya Baş Melek Zekası;
(3) Gezegensel Varlık.
‘Gezegensel Oluşum‘, spiritüel anlamda evriminin sonunda olan gezegenle ilgili olarak Logos’un taşıdığı fikirdir. Bu kavrama ilişkin pek çok sembolik tanımlama mevcuttur; ‘Krallık‘, ‘Yeni Jerusalem‘, v.s.
‘Gezegensel Zeka‘, evrimi süresince bir gezegene rehberlik etmesi için tayin edilen ve ilk kümeden olan ‘Baş Melek‘tir. ‘Dünyanın Baş Melek‘i, Batı’da bilinen adıyla Sandalphon‘ dur.
Sandalphon‘un Dünya üzerinde ilk olarak yakın bir kontrol kurması, ‘Ateş‘in özel bir şekilde Dünya’ya getirildiği Lemurya periyoduna rastlar. Bu ‘Baş Melek‘in, Venüs’ün veya Merkür’ün ‘Gezegensel Zekası‘yla aynı büyüklükte olmadığı söylenir. Ancak onun büyüklüğü bizim idrakimizin o kadar üstündedir ki, aralarındaki fark bugün için hiç önem taşımaz. O da daha büyük bir ‘Kuvvet‘e doğru büyümekte ve gelişmektedir. Zaman zaman diğer gelişmiş gezegenlerden ve bilhassa Venüs’den bazı varlıklar, Sandalphon‘un gezegensel çalışmalarıyla temas kurmayı başarmışlardır.
‘Gezegensel Varlık‘, çocuklarının bilinçliliğinin toplamından oluşmuş muazzam bir ‘Elemental‘ olarak tanımlanır. Burada çocuklar kelimesiyle Dünya’daki yaşamın tümü kastedilmektedir. Gezegensel Varlık içinde tüm bu varlıklar, birbirleriyle olan ilişkileri açısından ‘Bir‘dir, veya ‘Bir‘ olmalıdır. İlişkiler sallandığı, bozulduğu veya koptuğu içindir ki pek çok kötülükler ortaya çıkmıştır. Gezegenimizle ilgili Logos’sal fikir tam olarak tezahür ettiğinde, tüm dünya yaratıkları belli bir kademede ‘Bir‘ olacaklardır.
Herkesin hatırlaması gereken nokta şudur: Gelişmiş veya gelişmekte olan varlıklar olarak insanlar, gerçek anlamda ‘anne‘leri sayılan yeryüzüne çok şey borçludurlar. Onun maddesinden yaratılmış olup, onun üzerinde yaşamaktadırlar. Bilimde keşfettikleri, sanatta yarattıkları veya endüstride gerçekleştirdikleri her şey ondan bir parça taşır. Ancak ‘Toprak Ana‘, çocuklarından daha yavaş gelişir ve onun gelişmesine yardımcı olmak çocuklarının görevidir. Bu nedenle, tüm yaptıklarınızda sadece kendi kazancınızı değil, Gezegensel Varlık’ın menfaatini de göz önünde bulundurun.
İster büyük ve ulvi, ister küçük ve bayağı olsun, yeryüzünde mevcut her şey, her düşünce, Gezegensel Varlık’la bağıntılıdır. Daima kendinize, birbirinize ve Dünya’nın ‘Grup Ruhu‘na karşı büyük bir sorumluluk duymanız gereklidir.
Bu büyük gücün yönlendiren zekasından yararlanmanız, onunla kurduğunuz temasın derinliği ölçüsünde olacaktır. Bu büyük zeka, sadece dünyasal konularda yardımcı olmakla kalmayıp, Gezegensel Varlık’la ‘Gezegensel Oluşum‘un ‘bir‘ olacağı zamana dek sürecek olan yolculuğunuzda da size yol gösterecektir.
O halde, Dünya ile ilgili Logos’sal nosyon ile Gezegensel Varlık’ın birleşme sürecine siz de katkıda bulunun. Çabalarınız evrime ve ‘Toprak Ana‘ya yarar sağlayacak yönde olsun. Çağlar boyunca sizin gelişmeniz, yeryüzüne de yansır. Siz doğru yoldan ayrıldığınızda, yeryüzünü de beraberinizde sürüklersiniz. Bu ise çok büyük bir hatadır; çünkü Gezegensel Varlık’ın da derecesinin alçalmasına yol açar.
Gezegensel Varlık’ı düşündüğünüzde, onun üzerinde yer alan yaşamın tüm katmanlarını göz önünde bulundurun; kuşlar, böcekler, elementler,v.s., hepsi bu yaşamın içinde yer almaktadır. ‘Bir‘in anlamını taşıyan ‘İlahi Kanun‘la bağıntılı olarak, pek çok batıl inanç ve duygusal yaklaşımlar geliştirilmiştir. Ancak siz, her şeyin harikulade bir biçimde ilişkili olduğunu hissederek gerçeğe yaklaşabilirsiniz.
İçinde yer aldığınız ve dünyasal yaşamınızı borçlu olduğunuz Gezegensel Varlık’ın farkındalığını taşıyın. Bu son derece yaşlı olan Varlık’ı, muazzam bir arı kovanına benzetebiliriz. Milyonlarca kovanın her biri, bal yapmakla meşgul bir arı barındırmaktadır.
Yeryüzündeki her varlığa karşı sonsuz derecede şefkatli ve sevgi dolu olan ‘Baş Melek Zekası‘nın da farkında olun. Bu zeka her birinizi, ya Gezegensel Varlık aracılığıyla indirekt olarak veya ona doğru bir biçimde yaklaşmayı başarmışsanız, direkt bir şekilde yönlendirecektir.
Burada söylenenler, ne kadar inanılmaz görünseler de, gerçeği yansıtırlar ve üzerlerinde derin düşünmeye değer bilgilerdir.