uzayın çekimi kanunu

29. UZAYIN ÇEKİMİ KANUNU


Uzayın Çekimi Kanunu‘nu incelemeden önce, Uzay’ın çekim gücünün, Merkez’in çekimini nasıl yenebildiğini araştıracağız. Bunun için de, daha önce üzerinde durduğumuz evrenin bazı temel özelliklerini tekrar gözden geçireceğiz.

Logos bilinçliliği gerekli dengeleri kurduktan sonra mükemmelliğe ulaşır. Bu noktada yeni bir kavram üzerinde düşünmeye ve onun idraki için çalışmaya başlar.

Logos bilinçliliğinde yer bulan bu temel kavramlardan yeni sentezler ortaya çıkar ve bunlar birbirini takip eden tezahür aşamalarına yansıtılır. Logos’un gelişen noktaları, evrimsel itkiler olarak tezahür boyutlarına projekte edilir; Logos, formları oluşturan itici gücü sağlar ve bu formlara can verir.

Şimdi, nasıl ‘form‘un eğilimi daima tezahür etmemiş olanı koşullandırma yönündeyse, ‘irade‘nin süregelen arzusu da, koşullandırılmadan fonksiyon gösterebilmektir. İşte Logos’ un ‘yaşama iradesi‘ de formla sınırlandırılmak istemez. Ancak, Logos yaşamının ileri safhalarında koşullanmamış bir iradeden bahsetmek mümkün değildir. Tüm aktiviteler mevcut koşullarla belirlenir ve sınırlanırlar. Tezahür evreninin yaşamı anlamına gelen Logos’un ‘yaşama iradesi‘ de koşullara boyun eğmek ve formla sınırlanmak zorunda kalır.

İşte ruh ve beden arasındaki savaş böylece başlamış olur.

Daha sonra Logos’un ‘yaşama iradesi‘, birbirini takip eden safhalar boyunca kendini form içinde ifade eder. Formun en yoğun olduğu safhaya ulaşıldığında ise, Logos artık formun esaretinden kurtulmak ve sembolik bir ifadeyle, ‘eter*‘in asal ‘Logos İradesi‘ tarafından sınırlanmamış ve koşullanmamış bölgelerine doğru yoluna devam etmek ister.

O halde ilk olarak, yaşamın kendisini koşullandıran ortamdan uzaklaşma arzusundan bahsetmemiz mümkün. İşte bu temel dürtü, onu uzaya doğru projekte eder.

İkinci nokta ise, bir tezahür evreninde daima denge yönünde doğal bir eğilimin mevcudiyetidir. Evren içinde yüksek basınç altında bulunan kuvvetler, uzayın boşluğu içinde dağılmak arzusunu taşırlar.

Ayrıca, ‘Penumbra*‘nın temsil ettiklerinden bahsedebiliriz: Oluşma süreci içinde hasara uğramış olan tüm kalıplar, idrak edilememiş tüm evrimsel kavramlar, ‘Kişisellik‘leri tarafından reddedildikleri için görevlerini tamamlayamamış ve yerlerini bulamamış olan kuvvetler ve ruhlar, Logos bilinçliliğinin reddetmek istediği her şey, ‘Geçilmez Halka‘nın iç çeperinde dağılmayıp, uzayın yansıtan eteri içinde bir imaj olarak kalan ve sembolik olarak, ‘Geçilmez Halka‘nın dış yüzeyi veya ‘Kaos Halkası‘ sınırı olarak tanımlanabilecek bir bölgede yerleşen varlıklar…

Maddenin cehennemine seyahat etme cesaretini gösteren herhangi bir bilinçlilik, ‘büyük körfez‘, yani evrenin ‘Geçilmez Halka‘sı boyunca sahte ümitlerin ve sonuç vermeyen girişimlerin yansımalarını görür. Bunlar, kendilerini tezahür noktasına getirecek bir kuvvetin özlemi içinde, körfezdeki elementlerin yardımını beklemektedirler.

İster evrensel, ister bireysel olsun, evrimleşme sürecinde her kuvvet, ‘Kozmik Kanun‘un yarattığı bu körfez içinde doyum bekleyen ümitsiz hayalleri farkeder ve İlahi momentumun kendini projekte ettiği hat boyunca, kendi hareketinin yarattığı ekstra momentumla bu körfezi aşmak, hiçbir kanunun olmadığı ve insanların tanrısallaştığı uzayın özgürlüğüne kavuşmak ister.

Bir bilinçlilik birimi, ‘Kanun‘u tam bir itaat içinde idrak etmek suretiyle aştığı zaman tezahür evreninden özgür olur. Bu noktada yeni bir ‘Logos Güneşi‘nin çekirdeği haline gelir. Burada tanrısallığın gizemi yatar. Ancak eğer bir bilinçlilik birimi, gereklerini yerine getirmeden ‘Kanun‘u aşarsa, koşullanmamış bir irade ortaya çıkar; ki bu da ‘şeytan‘ olarak tanımlanan ‘pozitif kötülük‘ün sırrını yansıtır. İşte anlatılan türde ‘Nadir‘in iğvası, evrim süreci boyunca her varlığın karşılaştığı bir olgudur.

Kaynaktan başlıyarak çeper yönündeki ark boyunca yaşam, temel öğelere nüfuz eder ve onların en üst derecede güçlerini doğasına katar. Bu noktada yaşam, ‘Uzayın Çekimi‘ne karşı koymalı ve alçak gönüllülükle kaynağa doğru iz sürmeye yönelmelidir.

Şunu idrak etmiş olması önemlidir: Özgürlük, koşullardan ve kısıtlamalardan kaçarak değil, mükemmel bir dengenin oluşması için gerekli ayarlamaları sağlayarak kazanılır.

Çatışan kuvvetlerin dengesi kurulduğunda, form stereotipleşir ve bir bilinçlilik geliştirmeye başlar. Yaşam, belli bir boyutta kazandığı reaksiyon kapasitesini korumasına karşın o boyutun koşullarından artık özgür olarak daha yüksek bir boyuta çekilir. Bu konuyu bir sonraki bölümde daha detaylı olarak inceliyeceğiz.

O halde ‘Uzayın Çekimi‘, koşullanmamış gücün çekimidir; bizi yaratan kanunlardan kaçmak ve bu kanunlar sayesinde kazandığımız güçleri, beraber gelen sorumlulukları reddederek uygulayabilme arzusudur. Bir kişinin gelişmiş bir kültürün avantajlarından yararlanırken, gelişmemiş bir varoluş biçiminin hedeflerini ve ideallerini o kültüre aşılamaya çalışmasını bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.

Uzayın Çekimi‘, evrimden ve ‘Kozmik Kanun‘dan uzaklaşmak ve ‘Tanrı‘ olarak fonksiyon göstermek arzusunu ifade eder. İşte şeytana tapma ritüellerinde tapınmaların hedefi bu tür ‘Tanrı‘lardır.


* Eter: Tüm mekanı doldurduşu varsayılan vasıta, esir.

*Penumbra: Yarı aydınlık, yarı karanlık. Güneş ve ay tutulmasının başında veya sonunda görülen hafif gölge. 



sonraki sayfa