Her şey bağlantılıdır
Tao’culuğun merkezinde bağlantılılık kavramı yatar. Hiçbir şey bir vakum içinde yer almaz ve ne kadar küçük olursa olsun bir nesne etkilendiğinde, buna bağlı olarak tüm evren fayda veya zarar görür. Bunun nedeni, Tao’nun her şeyin sadece kaynağı değil, aynı zamada habitatı olmasıdır.
Tao varlıkları doğurur,
besler, yaşatır,
şefkat gösterir, rahatlatır, korur.
onları kendilerine döndürür.
yaratmak, sahiplenmeden
davranmak, beklentisizce
yönlendirmek, yönetmeden. [15]
Doğu felsefelerinin çoğunda ortak bir tema olarak ‘birlik‘ doktrini mevcuttur. Hindu inancına göre, farklılıkların dünyası sadece bir maya, bir illüzyondur.[16] Gerçekte, şimdi ve sonra, burası ve orası, sen ve ben, haz ve acı arasında bir ayrım söz konusu değildir. Herşey ‘bir’dir. Chuang Tzu’ya göre, “Evren bizimle beraber var olmuştur; bizimle herşey ‘bir’dir.”[17] Bu görüş, düşünen insana inanılmaz çağrışımları olan bir perspektif sunar. Örneğin, eğer sen ve ben ‘bir’ isek, nasıl düşman olabiliriz? Huai Nan Tzu Chu Shih şöyle der: “Gökyüzü, yeryüzü ve evren tek bir insanın bedenidir.”[18] Buna göre evren, bir parçasındaki rahatsızlığın bütünün sağlığını etkilediği tek bir organizma gibidir. Bundan daha fazla bir bağlantılılık düşünülebilir mi? Peki, Tao her şeyi kapsadığına ve her şey ‘bir’ olduğuna göre, bir Taocu ben/ego ile nasıl başa çıkar? Lao Tzu bunu şöyle yanıtlar:
dünyayı kendin gibi gör
olanın doğasına güven.
dünyayı kendin gibi sev,
böylece herşeyi gözetmiş olursun.[19]
Bu bağlantılılık olgusu fiziksel ve geçici olanın ötesine uzanır; aynı zamanda varoluşu tanımlar. Şu klişe koan, bu kavrama harika bir örnek oluşturur: “Eğer ormanda bir ağaç devrilirse, ama etrafta duyacak kimse yoksa, ses çıkarmış olur mu?” Dünya, karşılıklı etkileşim platformudur. Watt’ın dediği gibi; “hiçbir organizmanın olmadığı bir ortam mevcut değildir. Her şey, her olgu, ancak bir diğeriyle bağlantılı olarak gerçeklik kazanır. Güneşin aydınlığı, gören gözlerle vardır. Bunun gibi, evren de bilinçte varolur.”[20] Bu noktadan bakışla, varoluş alemindeki göreceli önemsizliğimizi ve inanılmaz önemimizi bir an önce idrak etmemiz gerekir, çünkü evren bizim bilincimizde yansımakta ve kendini orada hayranlıkla izlemektedir. Nikos Kazantzakis yazdığı şekliyle, “yeryüzü sizin beyinlerinizde ayağa kalkar ve tüm bedenini ilk defa olarak görür.”[21] Bu bağlantılılık hali, sadece kozmik dengenin korunması için değil, varoluşun sürekliliği adına da gereklidir.
Yaratılış ağı öyle mükemmel örülmüştür ki, insan egosunun “biz daha iyi yapabiliriz” kurgusuna karşın, yaratılan her şey kendiliğinden bir uyum içine girer. Üzerinde ısrar ettiğimiz ve yeryüzünün ancak kabataslak uyabildiği ‘keyfi, yapay ve soyut düzen nosyonu’ ancak yıkıcı olabilir. Üstelik bu ‘düzen’ anlayışımız sadece nesnelerle sınırlı değildir. ‘Zaman’ da çarpıttıklarımız arasındadır: “Sebep-sonuç nosyonu, başta tanımlayabilmek adına birbirinden ayırdığımız bir olayın evreleri arasında, sonunda yeniden bağlantı kurabilmek çabasıyla başvurduğumuz aksak bir yöntemdir. Kendimize ters düşerek, bu evreleri sonuçta tekrar sebep-sonuç zamkıyla birbirine bağlanan farklı olgular olarak düşünürüz. Gerçekte tek olay, evrenin kendisidir. Kendi hallerine bırakılırlarsa, her şey birbiriyle uyumlanacaktır, dışsal bir zorlama olmadan.“[22] Evreni parselleme çabamız beyhudedir. Lao Tzu’nun yazdığı gibi,
insan Tao’nun işine karışırsa,
gökyüzü kirlenir,
yeryüzü çoraklaşır,
denge dağılır,
yaratıkların soyu tükenir.[23]
Taocu’ya göre çözüm, her şeyi oluruna bırakmaktır. Kişi olguları zorlamaya çalıştıkça sıkıntıya düşer; oysa her şey olduğu gibi mükemmeldir, insanlar bile! “Gökyüzü ve insan, güçlerini bir ahenk içinde ortaya koyarlarsa, tüm değişimlerin başlangıçları belirlenmiş olur.”[24]