‘Bugün daktilo yazarken çok zorlanıyorum. Adeta bir boşlukta gibiyim.’
Bir de sürekli bu durumda olduğunu düşün. Bu kompartımanda olduğun sürece zihninde başka hiç bir kompartımana yer kalmazdı. Doğaldır ki, diğer varlıklar da zaman zaman benzer duygulara kapılırlar. İyi ki zaman dilimleriniz mevcut. Böylece, eğer isterseniz, beraberce senkronize bir şekilde boşluğa çekilebilirsiniz, ne dersin?
Şimdi, bu kadar sözden sonra zamanı algılayışında bir değişiklik söz konusu mu acaba?
‘Evet.’
Farklı olan ne?
‘Sanki daha öncekinden farklı bir alana veya realiteye adım atmış gibiyim. Mevcut toplum düzenine uyum sağlamak gerektiği yönündeki savım değişti, ama bu değişikliği net olarak açıklayabileceğimi sanmıyorum. İnsanları uzak bir mesafeden gözler gibiyim. Böylece onların nereden geldikleri hakkında bir fikir sahibi olmam kolaylaşıyor. Bir anlamda, artık olayların içinde olmak yerine, onların etrafında dolaştığımı hissediyorum.’
Sigara arası verdiğimizde konuşurken, senin sözlerin yavaşlatılmış bir enerji transferini yansıtır gibiydi. Oysa bir konuşmayı tümüyle zamansız kılabilmek için, adeta bir mucize yaratmak kararlılığıyla, bilinçli olarak yüksek boyutların enerjisini çekebilmek gerekir. Peki, mucize sözüyle neyi kastediyorum? Kelimenin tam anlamıyla mucize, zihinsel bir değişim aracılığıyla zamanda bir değişim yaratmak anlamına gelir.
Şimdi, bir şeyin sizin için artık geçerliliğini veya gerçekliğini yitirdiğine ve bir şekilde değişmesi gerektiğine karar verebilirsiniz. Eğer bu kararı verirken ego iradesinin zorlamasıyla hareket etmiyor ve sadece o şeyin hayatınızdan gitmesine izin veren bir isteklilik hali sergiliyorsanız, evrenin güçleri yüksek boyutlarda istediğiniz değişimi başlatır ve sizin bu değişimi deneyimleyebilmeniz için gerekli olan yüksek enerjinin boyutunuza transferini sağlarlar.
Defalarca söylediğim gibi, siz realitenizi kendiniz yaratırsınız. Bu sözlerimle neyi kastettiğim hakkında hepinizin kendinize göre bir fikri vardır sanırım. Şimdi aranızda bazıları şöyle diyebilir: ‘Ama Seth, ben hayatımdan memnunum ve yaşantımda hiçbir şeyin değişmesini istemiyorum.’ Tanıdıkların arasında böyle düşünenler var mı?
‘Sanırım.’
Peki bu kişilerin yaşantıları hakkında neler söyleyebilirsin?
‘Bu soruyu sorduğunuzda aklıma gelen ilk kişi bir bayan arkadaşım oldu. Bu arkadaşımın bir yıl öncesinde başlayan ağrıları hala devam ediyor. Bana göre bu, onun bu son bir yıl içinde fazla değişmediğini gösteriyor.’
Senin bilmediğin bazı nedenlerden dolayı bu arkadaşın sorunlarıyla yüzleşmeyi başaramıyor ve kendini kandırıyor. Başka bir arkadaşın daha var ki, onun da tek yaptığı şey sorunları hakkında konuşmak. Onu dinlerken, aslında yaşantısında hiçbir şeyi değiştirmeye istekli olmadığını ve sorunlarının çözümüne yönelik herhangi bir çabaya da direnç gösterdiğini farkedersiniz. Sürekli sıkıntılarından bahsettiği halde başkalarının yorumlarına ve önerilerine kulaklarını tıkamayı seçmiştir. Bir de profesyonel olarak bu işi yapan kişileri düşün; onlar için aynı hikayeyi bazen yıllarca dinlemek son derece sıkıcı olmalı.
Çevrenizde yarattığınız ‘kompartımanlar dünyası’ndan başınızı uzatıp, farklı bir görüş açısı denemek için gerekli derecede bir istek sergilemelisiniz. Kapınızı açıp kendinizi değişime bıraktığınız zaman, sizi farklı bir operasyon moduna geçirecek olan enerjiyi hissedeceksiniz. Yoksa, farklı bir operasyon boyutu mu demeliydim? Öyle ki, siz sürekli değişim içinde ‘akmaya’ başladığınızda, bir anlamda çevrenizdeki kişilere ‘görünmez’ olursunuz.
Geçen yıl boyunca geçirdiğin değişimlerden sonra çocuklarının senin hakkında ne düşünüyorlar?
‘Benim herhangi bir anda nerede olduğumu bilmediklerini söylediler.’
İşte değişim diye buna denir. Ben de çoğunlukla büyüklerin çocuklarının nerede olduğunu bilmediklerinden şikayet ettiklerini düşünürdüm.
‘Bizim ailemizde durum tam tersi.’
Kişi farklı veçhelerinin ortaya çıkmasına, ifadelerinin değişmesine izin verdiğinde, görünüşü nasıl değişiyor sence?
‘Zaman geçtikçe daha iyi, daha da genç görünmeye başlıyor.’
Birbir buçuk yıl kadar önce, kanal bağlantısı celselerinize düzenli olarak gelen bir grup dostla beraber bir video filmi çektirmiştiniz. Arada sırada bu filmi tekrar seyrediyorsunuz. Peki bu filmin çekildiği günden bu yana filmdeki dostlarınızın görünüşleri nasıl değişti?
‘Filmde şimdi olduklarından daha yaşlı görünüyorlar.’
Peki bu nasıl olabilir? Aradan geçen zamana rağmen nasıl daha genç görünebilirler? Filmdekiler arasında sadece John değişmemiş görünüyor; filmde ve şimdi, yüksek enerjiye kanallık ederken görünüşü aynı. İlk bakışta imkansız gibi gelse de, sen ve diğer onyedi kişi bu duruma şahitsiniz. Kaseti her izleyişinizde şaşırmaktan kendinizi alamıyorsunuz.
Zaman içindeki deneyiminiz boyunca, fiziksel yoğunluğunuza ilişkin düşüncelerinizin bir illüzyon olduğunu görmenize yardım edecek şekilde size ve dostlarınıza enerji akmaktadır. Tüm varlıklar için bu illüzyon, daha geniş boyutların farkındalığına varmadıkları sürece devam edecektir.
Geçen gün arkadaşlarınızdan biri, güneş gibi parlak bir ışık kaynağına baktığında kişinin bir iki dakika süreyle geçici bir körlük yaşayacağından veya hücre hafızasının bir ‘artık imaj’ yaratacağından bahsediyordu. Bunun gibi, söz konusu film sizin salt düşük frekanslı duyumlarla meşgul olan zihin projektörünüzde işlendikçe, sizin ışığı yansıtma veya ‘artık imaj’ lar oluşturma kapasiteniz artar.
Bu artış ise sizin düşük frekanslı duygularınızı özgürleştirme, veya başka bir ifadeyle, yoğunluğunuzu azaltma başarınızla doğru orantılıdır. Gerçekte hepinizin içinde tanrısal güçte bir yansıtıcı mevcuttur.
Toplantılarınızdan birinde bir arkadaşınız, 60cmx90cm ebatlarında ve 0.001 saniyede bir tetiklenen büyük bir ışık kaynağıyla bir deney yapmıştı. Peki bu beyaz, parlak flaş ışığının üzerinizdeki etkisi ne olmuştu?
‘Flaştan sonra hepimiz farklı açılarda ve değişik renklerde ‘artık imaj’lar gözlemledik.’
‘Artık imaj’larda gördüğünüz ilk renk neydi?
‘Eflatun.’
İkinci renk?
‘Altın sarısı.’
Peki üçüncü renk?
‘Kızıl kahve rengi.’
Orijinal renk beyazdı ve odanın döşemesiyle dik açıdaydı. Eflatun rengi 52 derecedeydi. Altın sarısı, bilmediğiniz farklı bir açıda, kızıl kahve rengi ise 33 derece civarında bir açıda ortaya çıkmıştı. Euclid (Öklid) adında bir matematikçinin 47. prensip adını verdiği çalışması da aynı fenomene açıklık getiriyor, öyle değil mi?
‘Evet.’
Işık belirli geometrik nitelikler taşır. Gözleriniz ise sizin göreceli yoğunluğunuzla bağıntılı olarak belirli geometrik nitelikleri algılayabilir.
Zamanı düşünce için değişmez bir vasat olarak algılamak varlıklar için pek çok sorunun kaynağı olmuştur. Varlıkların duyguları benzeştirme ve onları bir zaman/mekan sürekliliği içinde sınıflama çabalarının sonucu olarak sınırlayıcı kompartımanlar ortaya çıkmıştır.
Şimdi, geçenlerde bir arkadaşın kendi kompartımanından seni aradı. Bu kompartımanın adresi neydi?
‘Terk.’
Diyebiliriz ki, belli sınırlar dahilinde arkadaşının bilinçliliğine dahil olmayı başaran her erkek, onun için terk olgusuna ilişkin yeni bir deneyim anlamına gelecektir. Bu arkadaşın ilk bakışta komik görünen bu fikri kabul edene dek, suçluluk duygusu ve benzeri pek çok olumsuz duyguyla boğuşmak durumunda kalacaktır. Bu olayda arkadaşının entellekti, duyguları da kullanarak, terk etmeyi deneyimleyen insanları akıllıca devreye sokacaktır. Peki bu durum zamana nasıl yansır sence?
‘Zamanı uzatacaktır.’
Peki terk olayını her yaşayışında arkadaşının tepkisi ne oldu?
‘Her seferinde kompartımanın biraz daha derinlerine çekildi.’
Bu tür olaylar tekrarladıkça, arkadaşın daha keskin bir biçimde benzer davranışlar içine giriyor. Öyle değil mi?
‘Evet.’
Aslında pek çok varlık gereksiz yere kendini zamanı uzatan olaylar içinde bulur ve olana uyumlanmak yerine bedeni eskiyene dek bu süreci sürükler.
Peki sen aynı durumda olsaydın, ne yapardın?
‘Bu sorunu aşmak için ne gerekirse yapardım.’
Böyle davranan başka varlıklar var mı? Neyi örnek alırdın? Nereden başlardın?
‘İlgilenecek yeni bir şey bulurdum.’
Başka bir deyişle, örneğin, iki numaralı ilgi alanına yönelerek ‘polarite*’ni değiştirir ve mümkün olduğu kadar çok enerjiyi bu yeni ilgi alanına odaklardın. İstersen bir miktar enerjiyi de, diyelim, üç numaralı ilgi alanına yöneltmeyi seçebilirsin. Bu şekilde çok geçmeden kendini tekrar denge haline çekmen mümkün olacaktır. Peki başka ne yapardın?
(* *Polarite: Kutup (G.D.))
‘Terk ediliş olgusunu cezbetmek gibi bir sorunum olduğunu idrak eder ve bu sorunumu çözme sürecini başlatırdım. Bir çözüm bulma yönündeki istekliliğim, en uygun çözümü bana getirecektir.’
(Seth ayağa kalkar ve içi su dolu altın vazoyu alıp önümde sallamaya başlar. Ben daktilo yazmakla o kadar meşgulum ki, Seth’in hareketini ancak vazoyu burnumun dibine getirdiğinde farkediyorum. Bunu neden yapıyor acaba?)
Daha önce de konuştuğumuz gibi, eğer ‘altın’a odaklanırsan, çözüm de ‘altın’ gibi, yani senin için en iyisi olacaktır. Şimdi, kendi kompartımanında sıkışıp kalmış bir kişi şöyle diyebilir: ‘Seth, bu yaptığınızın bir faydası olacağına inanmıyorum.’ Ve bu düşüncesinde kararlıdır. Ne zaman ki bu kişi kendini sıkıştırdığı reddetme modundan bunalır, artık farklı bir şeyi denemekte bir sakınca görmemeye başlar; çünkü hiçbir şeyin bu sıkıntılı konumda çürüyüp kalmaktan daha kötü olamayacağını farketmiştir.
Farkında mısın bilmem ama, bugün sen, bedeninin gönderdiği sinyallere dikkate almadan, zararlı sonuçlar doğuracak bir biçimde iradesiyle olayları değiştirmeye çalışan bir kişiyle karşılaştın. Ne demek istediğimi açıklamak adına, diyelim ki, yıllardır solunum sorunları olan otuz sekiz yaşında biri, bedeninin söylediklerine kulak asmadan birdenbire maraton koşucusu olmaya karar verir. Ancak çok geçmeden bedeninin bu duruma pek de iyi karşılık vermediğini farkedecektir.
Aslında bu örnekteki kişi için, yaşama bakış açısında ve böylece zamanda bir değişim yaratabilecek olan yeni bir ilgi alanına yönelmesi yararlı olabilirdi. Ancak seçimi kendisi için ideal olan değildi. Peki sen bu kişiye ne önerirdin?
‘Hiçbir şey. Sanırım bir şey önermeye çalışmam zaman kaybından başka bir şey olmazdı. Ne yapmak istediği konusunda kararlı olduğu için söylediklerimi duymazdı bile.’
Çok haklısın. Bir kişinin yardıma ihtiyacı olmasıyla, yardım istemesi arasında fark vardır. Oysa hata yapmanın söz konusu olmadığı bir alan vardır ki, o da zamansızlık denilen yüksek enerji arenasıdır.
Düşük frekanslı duyguların illüzyonu içinde kendinizi kandırmanız çok kolaydır. Ancak eğer gönüllü olarak zihninizi değişime açarsanız, enerji zamansızlık damarı boyunca size akacaktır. Farkındaysan burada sözünü ettiğimiz, kişinin kendini olayların akışına teslim etmesi olgusundan başka bir şey değil, öyle değil mi?
Dominant olan göksel plana göreceli olarak yeryüzünün açısı değiştiğinde, ‘bilinmeyen’ nosyonu varlıkları aşırı derecede etkilemeye başladı. İşte buna bağlı olarak, varlıkların ‘bilinmeyen’e ilişkin korkularını yenmelerinde yardımcı olacak bir tür zaman yastığı niteliği taşıyan ve ‘astral boyut’ olarak tanımlanan yapay illüzyon cepleri oluşturuldu.
Zamanı açıklamaya çalışan pek çok süslü teori mevcuttur, ki ‘relativite teorisi’ de bunlardan biridir. Bu teorilerin zamanı açıklamada yetersiz kalmalarının nedeni, hiçbirinin yeryüzünde mevcut yaşamlar üzerinde büyük ölçüde etken olan farklı boyutları ve realiteleri hesaba katmamış olmasıdır. Gerçekte içinde bulunduğunuz realite planı ‘Her Şey Olan’la kıyaslandığında o denli küçüktür ki, varlıkların sabit zihinlerinde bu realiteye atfettikleri önem, onun muazzam bir illüzyon olarak tezahür etmesine yol açmıştır. Varlıklar duygu yaralarını sarabilsinler ve beden bilinçliliklerini tekrar zihinleri boyunca 52 derecedeki rüzgarın yönüne döndürebilsinler diye ise zaman yaratılmıştır. Bir anlamda, Eski Mısır’lıların dediği gibi hepiniz yelken açmış ilahi nehir boyunca ilerlemektesiniz.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, kişi, tamamıyla özgür iradeye sahip olduğunu idrak edinceye dek zamanın içinde yaşamaya devam eder. Bu noktada ise sık sık zamanı aşmayı başardığını farkeder ve artık zaman içinde sürdürdüğü yaşam süresi sınırlıdır.
Kişinin çeşitli enkarneler aracılığıyla sıkıntı doğuran davranış biçimlerinden kaçınmayı öğreneceği bir tekamül kavramı üzerinde durulmaktadır. Ancak tekamüle yönelik bir enkarnasyon süreci tarihsel bir lineerlik içinde algılanmamalıdır.
Biliyorsun, sen bazı ışıklar ve renkler aracılığıyla olası geleceğine ilişkin taşıdığın nosyonu değiştirebileceğini gördün. Çocuklarınız bu ışıklara* baktıktan sonra ne olduğunu hatırlıyorsun değil mi?
( *McAuliffe ailesinin renkli plastikle kaplanmış floresan bir ışık kaynağı vardır. Bir kristal aracılığıyla çeşitli ışık tonları oluşturan bu ışık kaynağına bir iki dakika kadar bakmanın sonucunda, enerji kişinin baş bölgesinde toplanarak onu daha yüksek bir bir vibrasyon seviyesine yükseltir. )
‘Evet. Işıklara baktıktan kısa bir süre sonra olacakları önceden bilmeye başladılar. Yani geleceği görebiliyorlardı.’
Şimdi, bu fenomen ancak kısa bir süre için çocuklarınızın ilgisini çekti. Sonra tekrar alıştıkları yaşam kompartımanlarına döndüler. Bu noktada şu sözü tekrarlamanın yararı var sanırım: ‘Öğrenmek, hatırlamaktır.’
Aslında zamanı bir ışık açısı olarak değerlendirmek çok daha yerinde bir yaklaşımdır. Mısır’lılar ve bazı eski medeniyetler takvim olgusu üzerinde çalışırken, Sirius, Alchernar gibi bazı yıldızların helezoni yükselişlerinin, kendi ışık düzlemleriyle kesişen belli türde enerjilere tekabül ettiğini idrak ettiler. Sen de kendi yaşamında eski medeniyetlerden kalma bazı fikirlerin değerini farketmeye başladın; öyle değil mi?
(Eğer bu konuda tecrübeniz yoksa, lütfen böyle bir aleti evde yapmaya kalkışmayın.)
‘Şey, sanırım. Örneğin periyodik olarak belli ışık açılarına uyumlanmama yardımcı olduklarına inandığım akik, ametist (mor yakut taşı) gibi bazı taşlardan yararlanıyorum.’
Son olarak zamanı duygu vibrasyonları bazında değerlendirdiğimizde ise şunu söyleyebiliriz ki, kişi şiddetli duygularını bertaraf ettiğinde, zamanı farklı bir şekilde algılamaya başlayacaktır. İşte biz buna buna zamansızlık diyoruz. Bir varlık şiddetli duyguları terkederek vizyonunu genişletmeyi başardığında, bu genişleme salt miller bazında değil, çok çeşitli ışık açıları boyunca olacaktır.