zamansızlığın açıklanışı

Zamanın amacına ilişkin olarak, halen enkarne olmuş varlıkların sayısı kadar ve belki de daha fazla gerekçe sıralanabilir. Ancak mevcut varyasyonları burada tekrarlamanın bir faydası olacağını sanmıyorum.

Zaman kavramı, dönen bir spektrum üzerinde belli yoğunluklarda tezahür eden mantal geometrinin bir ifade ediliş şeklidir. Zamansızlık ise, ‘bir’liğe doğru uzanan yüksek vibrasyonlu bir spiral boyunca açılan hacimsiz veya mekansız, çok boyutlu bir realite boyutuna tekabül eder.

Kişi, sizin olağan dediğiniz şeylerin odağının dışında soyut tanımlamalara giriştiğinde, anlamaya çalışan kişinin bilinçliliğinin dışında yabancı bir objeyi anlatmaya çalışmanın zorluğunu yaşıyor. Belki de zamansızlık kavramını açıklamanın daha iyi bir yolu, önce kendi yoğunluğumu size göstermek olacak.

Şimdi sana sorabilir miyim, ben, yani Seth, nasıl görünüyorum?

‘Ama ben sizi göremiyorum ki?’

Yani, bildiğin kadarıyla, ‘şimdi’ göremiyorsun. Oysa geçmişte pek çok kereler sana ve senin kırmızı saçlı arkadaşına ‘göründüğüm’ oldu, öyle değil mi?

Önce arkadaşının ne gördüğünü söyle.

‘Sizi kısa, tostoparlak,.. Üzgünüm ama biraz daha devam edersem sizi kırmaktan çekiniyorum.’

Şimdiden işler karışıyor. Bir forma sahip olmayan bir varlığı nasıl kırabilirsin ki?

‘Ama arkadaşım sizi bir forma sahip olduğunuz zamanki halinizle gördü.’

Diyebilirim ki, arkadaşının projeksiyonuyla benim projeksiyonum bir araya gelerek, kanal bağlantılarınızdan birinde benim belli bir formda masada oturmuş olarak belirmemi sağladı. Şimdi, kısa, tostoparlak, başka?

‘Hatırladığıma göre arkadaşım, masanın yanındaki sandalyede oturan küçük, kısa, şişman, saçsız ve yuvarlak yüzlü bir adam gördüğünden bahsetmişti.’

Evet, bu doğru. Olan şu, ben herhangi bir şimdi an’ında, en rahat kabul göreceğine inandığım uygun bir formu projekte etmeyi seçerim. Şimdi, sizin benim en son enkarneme ait olduğunu düşündüğünüz o görüntüm, aslında sizin standardlarınızla ölçüldüğünde ‘perde’min en ince olduğu enkarneme aitti. Başka bir zaman/mekan’da gerçek olan böylesi bir projeksiyon, arkadaşının inancını pekiştirmek açısından  uygun bir seçimdi. Unutmayın ki, bazılarının dediği gibi, ‘Görmek inanmaktır.’

Şimdi, başka ortamda ise senin gördüğün ama geçici olarak unuttuğun farklı bir formu projekte etmiştim. Bu nasıl bir formdu?

‘Ben sizi uzun boylu, yakışıklı, esmer, kendinden emin,  espriyi seven ve samimi bir insan formunda görmüştüm. Çocuklarımız da sizin samimi ve dostca davranan biri olduğunuzu düşünüyorlar.’

Öyleyse samimi bir insan formunu projekte etmiş olmalıyım. Bazen de, kitabın yazımı sırasında senin yaşadığın gibi kağıt üzerinde geometrik şekiller belirdi veya duvarda ışık yansımaları gördünüz. Peki duvarınızda aydınlık ve karanlık girişim formları meydana getiren ışık, bilinmeyen bir kaynaktan gelip de sizin aracılığınızla projekte edilmiş olabilir mi? Bazı durumlarda ise duvarınızda tavandan başlayıp, yere doğru uzanan eğimli ışık ışınları belirmişti. Ayrıca yavaş yavaş ortaya çıkıp, koridor boyunca ilerleyen bir insan figürü gördüğünüz de oldu.

‘Evet, bu kitapları dikte edişinizden önce, dikte sırasında veya daha sonra tüm bu bahsettiğiniz şeyleri birer birer gördüm.’

Peki bana söylebilir misin, tüm bu projeksiyonlar nereden geliyorlar ve ben neredeyim? Yukarıda gökyüzünde mi, aşağıda toprağın derinlerinde miyim? Yoksa halen uzak bir galakside yaşamakta olan bir varlık mıyım? Neredeyim ben?

Bilirsin, bazen bir ay veya daha uzun bir süre için sizden ‘ayrıldığım’ olur; sonra da sanki aradan hiç zaman geçmemiş gibi aniden ortaya çıkarım. Bu süre içinde ne sizinle ilgili herhangi bir şeyi, ne de daha önce konuştuklarımızı unutmamış olurum. Hatta hiçbir şeyi unutmamamın arada sırada seni rahatsız ettiğini ve bildiklerimi sana karşı kullanabileceğimden endişe duyduğunu da biliyorum.

Bu arada yapmanız gereken bir şeyi hatırlatmak istiyorum.

Sanırım kırmızı ve yeşil renklerde ‘zamansızlık suyunu*’ hazırlamanın zamanı geldi.

(*Her Çarşamba akşamı küçük bir grup McAuliffe evinde bir kanal bağlantısı celsesi için biraraya gelir. Gereksinim duyulan vibrasyon seviyesine bağlı olarak, güneş ışınları altında bazı renkli maddeler ve taşların yardımıyla bir miktar su belli dozda manyetik enerjiyle şarj edilir. Bu suyu içtiklerinde celsede bulunanların  vibrasyonları istenilen seviyeye yükselmiş olur.)

Önceki konumuza dönersek, eğer sizin gözünüzde veya algılarınızda ben zamansız isem, bu aynı zamanda hacimsiz veya formsuz olduğum anlamına da geliyor. Ancak ben sizinle konuşabildiğime göre, benim burada veya orada olduğum şeklinde bir düşünceye kapılmanız mümkün. Aslında ben pozitif ve negatif veçhelerimi veya başka bir ifadeyle, her iki cinsiyeti biraraya getirerek, kendimi veya kendimin belli bir fraksiyonunu sizin oktavınıza transforme etmekteyim.

Eğer bir uzay gemisine binip beni bulmak isteseydiniz bile, kendi bilinçliliğinizde ışığın hızıyla endeksli bir sınırlama taşıdığınız için yeterli hıza ulaşmanız mümkün olmayacaktı. Yani, bir anlamda, ön koşullu realite nosyonlarına bağımlılığınız yüzünden, kendi yarattığınız realite koşullarıyla kendinizi sınırladığınızı anlatmak istiyorum.

Şimdi, buraya kadar olan sohbetlerimizden, toplumunuzun çeşitli bilimsel yaklaşımlarına karşı cephe almışım gibi bir izlenim doğabilir. Ancak benim enerjimi yönelttiğim alan bu değil. Benim asıl değiştirmek istediğim, saniyede 186000 mil olarak belirlediğiniz ışık hızının, realitenizin sınırı olduğu şeklindeki koşullandırılmanız. Bu nosyona bağlı kaldığımız taktirde, ben var olamam ve bu yüzden bu kitabı yazdırmam da söz konusu değil. Yani bu durumda bu kitabı sen tek başına yazıyorsun. Bu nosyonda yanlış olan bir şeyler var, ne dersin?

Şimdi, buradaki sözlerimin hedefi bu kitabı okuyan tek tek bireyler değil, ancak zaman olgusuna yol açan ayrılıkçı düşüncenin bizzat kendisidir.

Bu noktada, belki daha uygun bir ifade bulamadığım için ‘Harmonik Amaç Kanunu’ diyebileceğim bir kavram üzerinde konuşmak istiyorum. Bu kavram, sürekli çoğalmakta olan kanal bağlantıları, meditasyon, rüyalar, projeksiyonlar gibi olayları ve bilinen fizik kuralları çerçevesinde izah edilemiyen diğer sezgisel formları açıklamayı hedeflemektedir.

Bir kanal, diyelim ki John, ‘Her Şey Olan’dan saf ve tüm gerçeği aktarmak istediğinde, o zaman, yine diyelim ki, Seth olarak bilinen ‘Her Şey Olan’ın harmonik yansıması veya aksi, bu bilgiyi (alıcının bilinçliliğinin sınırları dahilinde) tam ve doğru olarak iletecektir. Şunu demek istiyorum ki, sizin deyiminizle ‘Yüksek Kanun’ doğru uygulandığı taktirde, uygun bir yansıma açısı boyunca daha yüksek enerjilerin sizin küreniz dahilinde yansıtılması mümkün olabilir.

Sizin evreniniz veya zaman küreniz, bir faz farkı nedeniyle  diğer zaman boyutlarından ayrı düşmüştür. Oysa evrensel zeka, sizin daha yüksek seviyelerde yansıma yapmanızı istemektedir. Ancak siz düşük vibrasyonlarda kaldığınız sürece, kendinizi şu anda sahip olduğunuz enerji seviyesiyle sınırlamış oluyorsunuz.

Dünyanızda yaygın olan materyalistik görüşü değiştirmek için yeni değişim rüzgarları gerekmektedir. Burada masum, hiçbir şeyden şüphelenmeyen insanlara zarar vermek için kurgulanmış şeytani bir plandan behsetmiyorum. Bu dönemin gereği olarak farklı bir bilinçlilik söz konusudur.

Bu dönemde enkarne olan ruhsal birimler, daha uyumlu bir oluş haline geçiş sürecine şahit olmak için geniş çapta bir deneyim geçirmeyi kendileri seçmişlerdir.

Okuyucu bu yazılanları okuduğu sırada an be an, kitabın adını teşkil eden ‘zamansızlık’ nosyonunu betimleyen imgesel bir tutarlılığı sağlamak yönünde çeşitli fikirlerin belirli bir geometrik ifadesi oluşmakta. Başka bir deyişle, okumak, mantal mekanizmanızın pozitif veya negatif nitelikte resimler çizmesine yol açmaktadır. Herhangi bir şimdi an’ında okuduklarınızdan edindiğiniz izlenimler ve bunlara karşı gelen vibrasyonları nerede aldığınızın bilgisi kaydedilir. Eğer iki ay sonra aynı kitabı tekrar okursanız, bu sefer varlığınıza veya mantal sisteminize farklı izlenimlerin kaydedildiğini görecek ve adeta bambaşka bir zamanda yazılmış, başka bir kitabı okuduğunuz hissine kapılacaksınız.

Hücre hafızası veya ego hafızası kısa sürelidir. ‘Yükselen Düşünce’ adlı kitabımda da bahsettiğim gibi, bir tesir şiddetli bir duygusal izlenim yaratmadığı taktirde Yüksek Ben’inizin dışında çabucak unutulur. Varlıkların edindikleri izlenimler, herhangi bir anda kolayca ulaşılamayacak kadar derinlerde gömülü olarak saklanırlar. Eğer böyle olmasaydı, varlıklar kısa sürede tekamül etmeyi ve ait oldukları zaman/mekanda kapsadıkları hacimden özgür olamayı başarabilirlerdi.

Peki, sen kitaplarımdan birini herhangi bir nedenle tekrar okuduğunda neler oluyor?

‘Bir kaç hafta önce eski kitaplarınızdan birini tekrar okudum. Yazdırılışı ve basılması sürecinde o kitapla o denli haşır neşir olduğum ve defalarca okuduğum halde, sanki ilk kez okuyormuşum gibi bir hisse kapıldım.’

Umarım ki okuyucular da satır aralarını okumayı ve benim söylediklerimden yararlanarak kendi fikirlerini oluşturmayı başarırlar.

D. ve C. adlarında iki arkadaşınız var. Bu arkadaşlarınızın oturduğu ev oldukça küçük; ama geometrik alanı akıllıca değerlendirmeleri sonucunda, içine girdiğinizde ev size olduğundan çok daha büyük görünüyor. Bu izleniminizin nedeni, arkadaşlarınızın evin tavanına yaptırdığı geometrik formlarda çeşitli oyukların sebep olduğu bir frekansında değişimidir.

Dört duvar, tavan ve zeminden oluşan bir oda belli bir frekansa sahiptir. Siz bu odanın tavanında, diyelim, dikdörtgen biçiminde bir boş hacim yarattığınızda, farklı bir zaman ve mekan akışına yol açarsınız. Genelde başka birinin evine girdiğinizde, renk, biçim,v.s. kanalıyla belli izlenimler edinirsiniz. Ama evin sizin zihninizle rezonansa geçen geometrik yapısının büyük bir olasılıkla farkında bile olmazsınız.

Peki, ‘modern bir ev’ tanımlaması sana ne ifade ediyor?

‘Geniş, bol pencereli, sade çizgiler taşıyan, pastel renklerin hakim olduğu,’

(Seth, lafımı keser.)

Tamam, senden bu konuda bir kitap yazmanı istemedim. Peki, ya ev 1933 yılında inşa edilmişse?

‘Böyle bir ev içimi karartırdı. Ben yeni evleri tercih ederim.’

Öyleyse sence evlerin de zaman içinde bir sınıflanması söz konusu, öyle mi?

‘Evet.’

Peki zamana göre de değil de, vibrasyonlarına göre bir sınıflamadan bahsetmek daha doğru olmaz mı? Gördüğün gibi bir şeyi otomatik olarak zaman olgusuna bağlamak son derece kolay. Eğer 1933 yılına ait bir ev eski dizaynı yansıtan modern malzemelerle inşa edilmiş olsaydı, herhalde zihnin iyiden iyiye karışırdı. Böyle bir durum belki de psişeni bir anlamda devreden çıkarıp, kategori dışı bir karmaşaya yol açardı.

Hiç kategorisel karmaşaya düştüğün oldu mu?

‘O da ne demek?’

İyi ki sordun, çünkü bu tür bir karmaşa, yanlış zamanı doğru mekana sıkıştırmaya çalıştığınızda ortaya çıkar. Yoksa doğru zamanı yanlış mekana sığdırmak istediğinizde desem daha mı doğru olur?

Eğer bu söylediklerimin üzerinden çok çabuk geçmezseniz, olguları sınırlı ve yapay bir sistem içinde kategorize etmeye yönelen zihnin yarattığı zaman/mekan karmaşasını görmeye başlayacağınızı sanıyorum.

‘Bazı insanlar eski evlerden hoşlanıyorlar. Bu onların farklı bir vibrasyonu seçtiklerini mi gösterir?’

Evet. Kişilerin hücre hafızaları kendi kategorilerine uyan belli bir geometriyi cezbetme eğilimi gösterir. Peki, şimdi insanların değişik bir olguyla karşılaştıkları zaman, ‘Kategorik olarak bunu reddediyorum’ dediklerinde ne kastetiklerini görebiliyor musun?

Bunun anlamı belli bir olgunun kişinin ön koşullu kategorilerinden hiç birine uymamasıdır, ki bu nedenle otomatik olarak reddedilir. Böylece bu konuya da açıklık getirdik, memnun olmalısın!

‘Şimdi’ an’ında mevcut olmayan bir kategoriyi, gelecekte kompartımanlara yerleştirmek üzere geçmiş zaman içinde nasıl yaratabilirsiniz? Eğer ben sizin yerinizde olup böyle bir şeyi deneseydim, büyük bir olasılıkla sadece korku, güvensizlik duygusu, nefret, kıskançlık,v.b. sorunlar yaratmış olurdum. Aynı fikirde misin?

‘Evet.’

Bu tür korkunun türevleri, zaman dediğiniz süreç içinde geçmiş ile gelecek arasındaki boşluğu doldurma çabası içindedirler. Ne demek istediğimi tam olarak anlıyor musun?

‘Hemen hemen.’

Pekala, işte sana zaman üretmene yol açacak bir durum.. Diyelim ki, kapınıza gelen bir satıcı belli bir objeyi satın alman için o denli ısrar eder ki, tek çareyi bu konuda karar vermeyi geciktirmek olarak görürsün ve satıcıya, örneğin, bir hafta sonra gelmesini söylersin. Satıcı gittiği anda ise ona doğrudan doğruya hayır diyemediğin için hatalı olduğunu farkeder ve onu bu şekilde oyaladığın için suçluluk duyarsın. Onu kırmak istemediğin için karar verme işi, daha ileri bir tarihe dek senin bilinçaltına itilmiştir. Oysa böylesi bir seçimin sonucu, olası bir gelecek zaman dilimiyle, geciktirme kararını verdiğin an arasındaki boşluğu dolduracak kadar ekstra bir zaman üretmekten başka bir şey değildir.

Başka bir ifadeyle, bu geciktirme ile satıcıyla karşılaştığın anla onun tekrar gelmesi arasındaki süre içinde zihninin bir bölümünü işgal etmek üzere suçluluk duygusu veya suçluluk duygusu/zaman yaratmış oluyorsun. Sonuç olarak bu kararın, bu boyuttaki zamanının ve küçük bir ölçüde de tüm evrenin zamanının uzamasına neden olacaktır.

İşte bu bir tek örneğe bakarak bile, belli bir anda kendilerini etkileyen herhangi bir tesirle doğrudan yüzleşmeyi başaramayan varlıkların zihinlerinde ne denli çok zaman üretildiği hakkında bir fikir sahibi olabilirsiniz sanırım.

Diyelim ki, bir kişi yaşamının erken dönemlerinde resim yapmaktan veya belli bir objeyi yapmaktan hoşlandığını farkeder. Bu yaptığına öylesi bir tutkuyla bağlanır ki, bedeni yaşlanıp bu dünyadan göçene dek ve belki de sonraki bazı yaşamları boyunca bu tür veya benzeri bir yaratıcılık aktivitesini sürdürür durur; ta ki farklı bir deneyim veya kefaret ödeme isteği duyana dek. Bunu anlıyabilir misin?

‘Bu örnek sizin kategorizasyona ilişkin önceki fikirlerinizden daha farklı gibi geldi bana. Biraz aklım karıştı.’

Seni bir an için olsun durdurmayı başardım ya artık devam edebilirim. Şimdi, tıpkı evlerde olduğu gibi sizin zihninizde de odalar veya benim deyişimle kompartımanlar mevcuttur. Zihninizin her bölümü veya kompartımanı ise frekans adını verdiğimiz depolama birimlerimlerinden oluşur. Olumsuz olarak tanımlanan zihinsel süreçler, düşük yoğunluktaki frekanslardan oluşur ve bu nedenle kişi isterse bu süreci kolayca elemanlarına ayrıştırabilir.

Aklın neden bu denli karıştı sence?

‘Ne olduğunu bilmiyorum ama siz soru sorduğunuzda söylediklerinizi yazmaya yetişemiyordum. Ne sorduğunuzu anlayamadım bile.’

Acaba ‘istemeyerek’ zihnindeki odalardan veya kompartımanlardan bazılarının açılmasına sebep olan bir geometrik usavurma sürecini mi tetikledim dersin?

‘Öyle olmalı, çünkü ne olduğu hakkında benim hiç bir fikrim yok.’

Farketmişsindir, arada sırada senin ve diğerlerinin belli bir şekilde konuşmasına, davranmasına veya hissetmesine yol açan farklı bir enerjiyi devreye soktuğum oluyor. Bu enerjinin niteliğini etkitepki veya tesirreaksiyon bazında açıklamak mümkün olabilir.

Enerjinin yapısı hakkında ne biliyorsunuz? Enerji, göreceli derecelerde tat, koku, dokunma, ışık ve ses duyumlarından oluşur. Bu duyumlar, kişinin fiziksel duyum hattıyla veya vibrasyonel yoğunluğuyla kesişen vibrasyonlardır. Enerjinin daha yüksek frekanslar içeren veçheleri, sizin fiziksel duyularınız tarafından algılanamazlar, ki bu anlamda onların zamansızlık arenasına ait olduklarını söyleyebiliriz. Şimdi, burada tartışmaya açık bir nokta var, çünkü sizin duyularınız dışında kaldıkları halde mevcut aletlerinizle ölçümlenebilen bazı frekansların mevcut olduğunu biliyoruz. Bu frekanslar da sizin kürenizle kesişerek duyularınızda bazı değişimlere yol açabilirler.

Bir aynadaki yansımanızın zamanını nasıl ölçebilirsiniz, bir fikrin var mı?

‘Hayır.’

Aynadaki yansımanın kişiye ulaşması ne kadar süre alır? Aslında bu soruya bir yanıt verebileceğini sanmıyorum. Bu konuda diyebileceğimiz tek şey, aynadaki imajın kişiye dönüş hızının kişinin vibrasyon frekansına bağlı olduğudur.

Eğer yarattığınız şeylere şiddetli duygular projekte etmezseniz, çeşitli olumsuzluklar, yörüngelerinin en düşük noktasında  aynadaki yansımanız gibi size dönmek yerine sonsuzluğa fırlatılırlar. Beni anlıyor musun?

‘Evet. Eğer şiddetli duygular projekte etmezseniz, olumsuzluğu kendinize çekmezsiniz.’

Öyle varlıklar vardır ki, adeta bir vicdana sahip değillermiş ve her türlü kişisel sorumluluktan muaflarmış gibi yaşarlar. Şunu söyleyebiliriz ki, eğer yarattıklarınızı kendi eterik elastik bandınızla çepeçevre sarmamayı öğrenirseniz, onlara bağlı yansımaları da kendinize cezbetmemiş olursunuz. Böylece bir anlamda bir zamansızlık kanalı içinde yaratma aktivitesini sürdürmeniz mümkün olur.

Sizler usta olarak nitelediğiniz varlıkların şiddetli duyguları sayesinde yarattıklarını düşünürsünüz. Oysa onlar, yarattıklarına bağlanmamayı bildikleri için zamansızlık arenasının yüksek kanununa çerçevesinde gerçek anlamda yaratıcı olmayı başarırlar. Burası anlaşıldı mı?

‘Evet.’

Başka bir konuya geçersek, mantal geometriyle deneyim yapmak isteyen kişilere şöyle ilginç bir deney önerebilirim.

Kağıttan ebatları maksimum 60 cm civarında ve kenarları 2.55 cm kalınlığında çizgilerle belirlenmiş beyaz renkte bir daire, yeşil renkte bir üçgen ve kırmızı renkte bir kare şekli kesin. İlk olarak kırmızı renkli kareyi, evin en sevdiğiniz odasında göz seviyesinde olmak üzere duvara asın ve bir iki gün boyunca kareyi duvarda bırakın. Bu süre içinde ise mümkün olduğunca karenin orada olduğunu düşünmemeye çalışın. Ancak odada olduğunuz zamanlarda ruh halinizin nasıl olduğuna dikkat edin ve notlar alın.

İkinci olarak yeşil renkli üçgeni duvara asın ve üç gün orada bırakın. Benzer sekilde gözlemlerinizi not alın. Sonra beyaz renkli daireyi, bu sefer beş gün süreyle duvara asın ve yine ruh halinizi takip edin. Eğer duvarınız da beyaz renkte ise, kontrast yaratacak bir fon üzerine daireyi yerleştirmeniz gerekecek. Doğaldır ki aynı şey diğer şekillerle aynı renkte olan duvarlar için de geçerli.

Şimdi, neler hissedebileceğinizi söyleyerek deneyin tüm tadını kaçırmak istemiyorum. Ancak eski zamanlarda bu tür çalışmalar yapan atalarınızın bana söylediğine göre, bu ilginç deney, kişinin kendi ruh hallerini bir zamansızlık kanalı içinde gözlemlemesine olanak veriyor.

Enerji, sizin zodyak adını verdiğiniz sisteminiz boyunca uzatılmış bir virgüle benzeyen spiral bir hareketle akar. Aynı enerji bu sistemi ters virgül biçiminde bir hareketle, yani ilk hareketin zıttı bir hareketle terk eder. Buna ‘yinyang’ hareketi de diyebilirsiniz. Mısır gibi bazı eski uygarlıklarda mabetler bu prensibe bağlı kalınarak inşa edilmişlerdir. Daha yakın bir örnek gerekirse, kendinize bakın. Enerji sürekli olarak bedeninizden içeriye ve dışarıya doğru, düşük ve yavaş veya yüksek ve hızlı devirler halinde akmaktadır.

Eski zamanlarda insanlar belli objelerden veya abidelerden yararlanarak, bilinçliliklerini bilinmeyen yüksek bilinçlilik boyutlarına açabilmek amacıyla bu enerji devirlerini etkilemek veya kanalize etmek istemişlerdir.

Gece dışarıya çıkıp yüksek enerjili Sirius veya Canopus gibi bir yıldızı gözlediğinizde, eğer zihniniz gelen tesirleri kabul etmeye hazırsa, bilinçliliğiniz aynı anda pek çok farklı enerji spiralini absorbe edecektir.

Genelde varlıklar bir yıldıza bir an için bakarlar ve ‘Oh, bu yıldızı tanıyorum’ der ve geçerler. Astronomi ile ilgilenenler, ‘Eğer bu pozisyonda ve bu diziliş içindeyse, bu yıldız Sirius olmalı’ şeklinde bir yorum yapabilir ve bir iki dakika sonra başka bir şeye yönelirler. Yıldızları uzun süre gözlemek çoğu kişiye göre sıkıcı bir iştir. Kısa bir süre sonra, ‘Yıldızlara bakmak ne güzel. Ama şimdi vergi hesaplarıma veya gerilim romanımı okumaya dönmeliyim’ diye düşünerek gökyüzünden uzaklaşırlar. Tercih ettikleri aktivitelerin yanlış veya daha az değerli olduğunu söylemek istemiyorum; ancak yıldızları gözlemek ve anlamak oldukça sabır ve emek isteyen bir iştir.

Eski zamanlarda toplumların eğitim anlayışı çok daha farklıydı. Bu toplumlarda bir filozof, bilge kişi veya salt eğitimli biri olarak tanımlanabilmeniz için, sadece astronomi değil, aynı zamanda astroloji, kimya, tıp ve politika dallarında da yeterince bilgili olmanız gerekirdi. Eğitimli bir kişi, belli bir konuda uzman olma adına bilgisini kompartımanlar içinde izole etme çabası içinde olmazdı.

Gününüzde uzmanlaşma fikri öylesine abartılmış ki, aradıkları bilgi bir kaç kapı ötede mevcut olduğu halde, insanlar bazen ‘tekerleği yeniden icat etmek’ durumunda kalıyorlar.

Eski zamanlarda insanlar, tüm bilginin bir tek çatı altında toplanmasına özen gösterirlerdi. Bu çatının tepesinde de genellikle tüy bulunurdu, benim ‘çatım’dan farklı olarak.. Heh,heh,heh..

O dönemlerde eğitimli kişiler Sirius gibi bir yıldıza baktıklarında, bilgilerini astronomi gibi belli bir alana veya kompartımana sıkıştırarak sınırlamak yerine, gözlemlediklerini daha yüksek sezgi boyutlarını da kapsamak üzere çok geniş bir çerçevede değerlendirmeye çalışırlardı. Bir kişinin içsel disiplin yoluyla edindiği bir bilgi, o dönemin bilgi birikimiyle uyuşmuyorsa hemen reddedilmezdi. Bu yeni bilgi üzerinde düşünülür, meditasyon yapılırdı. Ayrıca vibrasyonları birbirine yakın olan kişilerin konu üzerinde tartışmaları da son derece verimli sonuçlara yol açar, çoğunlukla yeni bilgi birikimlerine kaynak olurdu.

Bugünlerde ise tamamen farklı bir durum gözlemliyorum. Artık değişik disiplinler arasında eski günlerde olduğu şekliyle bir paylaşım söz konusu değil. Bugün için insanlar, bir problemin çözümüne ulaşmak için salt kendi seçtikleri disiplini takip etmekte ve bu da mevcut disiplinler arasında  bir yarışa neden olmaktadır. Örneğin bir astronomi bilgininin bir tıp problemini çözmesi toplumsal bilince uygun düşmez. Böyle bir kişi, kendi disiplinin dışında bir alana el attığı için toplum içinde şüpheyle karşılanır ve kendi bilgi alanına sadık kalması gerektiği şeklinde çok yönlü bir tepki görür. Kendi çalışma alanlarının dışında bazı konulara yöneldiklerinde, şevkleri ve çabaları toplumsal bilinç tarafından boğulmuş nice yetenekli kişiler vardır aranızda.

Tekrar Sirius’a dönersek, bu yıldızı gözlemlediğinde neler görmüştün?

‘Onun yeşil, kırmızı ve mavi renkler aldığını gördüm.’

Kimin gözleriyle?

‘Kendimin.’

Bu renklerden biri bu boyutta, diğerleri ise farklı bir realite boyutunda gözlemlenir. Şimdi, gözlerini daha uzaklara çevirdiğinde, ne göreceğin konusunda bir şartlanma taşımadığın için başka bir şey daha gözledin. Bu neydi?

‘Yıldızların bir köpek formunda dizildiğini gördüm.’

Bunu söylerken neden tereddüt ediyorsun?

‘Doğrusunu söylemek gerekirse, bir köpek şekli gördüm; ama bunun gözyüzü haritalarında gösterilenlere uyup uymadığını bilmediğim için emin olamadım ve bundan kimseye söz etmedim.’

Başka bir deyişle, insanların seni eleştirmesinden çekindin?

‘Aynen.’

Öyleyse ben seni bir ‘kaçık’ olarak ilan ediyorum.

Şimdi, içinde yaşadığınız dönemin yarattığı sorunu görebiliyor musun? Toplumsal bilincin kabul etmediği bilgi susturulmalıdır!.. Oysa, örneğin, eski Mısır’da, Maya’larda veya İnka’ larda bu tür bir gözlem, yönetici sınıf tarafından ilgiyle karşılanır ve sonsuzluğa uzanan yolda bir ilham kaynağı olması olasılığı göz önüne alınarak derinliğine inceletilirdi.

O dönemlerde bu tür gözlemler, çeşitli hastalıkları iyileştirmek veya bugün için ‘Tanrıgibi’ varlıklara atfedilen bazı ‘olağanüstü’ yeteneklere yönelik içgörüyü geliştirmek amacıyla değerlendirildi. O toplumlarda da mantal yetileri gelişmiş bazı kişilerin Tanrı olarak nitelendirilmesi söz konusuydu. Bu anlamda, Tanrısal içgörüyü kazanmaya yönelik belirgin bir ilerleme kaydeden bireyler toplumun bütününde saygıyla karşılanırlardı.

Şimdi, Sirius yıldızının ufkunuzla çeşitli açılarda kesişen devirlerini izle ve yıldızın hem ufka yakınken, hem de yükseldiğinde nasıl göründüğüne dikkat et. Sirius’un yılın ve/veya gecenin çeşitli dönemlerinde sizinle rezonansa geçen devirleri, eski takvimlerin temelinde yatan prensiple uyum içindedir. Bilindiği gibi takvim olgusu doğrudan doğruya zaman nosyonuyla bağıntılıdır. Aslında takvim kullanımı, nispeten geri seviyede bir topluma ait bireylerin, ne zaman su depolamak, ekinleri toplamak veya ne zaman yüksek enerjiyi davet eden bazı ayinleri yapmak gerektiğini saptamak ve takip edebilmek istemesiyle başlamıştır. Astronomik gözlemler sayesinde eski zamanların insanı, buzul çağı gibi bir dönemi veya aşırı yağışları önceden tahmin ederek, doğayı düşman gibi görmemeyi öğrenmiş, çevre koşullarına daha iyi uyum sağlamayı ve bir anlamda sağ kalmayı başarmıştır.

Bu arada şurası bir gerçek ki, eğer yeni ‘bilgi’ye ulaşma imkanı veren yüksek sezgisel açılımlar olmasaydı, salt geometrik gözlemlere dayan takvimlerin ortaya çıkabilmesi ve geliştirilmesi için asırlar süren deneyimler gerekecekti.

Şimdi, farklı bir düşünce sistemini kucaklayan bir dünya ve bu dünyada, örneğin, eski Mısır’lı bir varlığın yaşadığını düşün.

Mevcut dinlerin ve politik sistemlerin tümü bu varlığa yabancı gelecektir. Onun realitesinde teknolojinin fazlaca bir yeri yoktur. Bu varlık, çeşitli seviyelerdeki vibrasyonları birleştirmeyi ve bu vibrasyonları yaşamın her anında yankılamayı hedefleyen bir realiteye aittir.

Şimdi, sana göre eski Mısır’lılar nasıl bir zaman nosyonuna sahiptiler ve ben neden bu konuyu açtım?

‘Hiç bir fikrim yok.’

Sence eski Mısır’lılar saat kullanırlar mıydı?

‘Eğer herkesin bir saati varsa, evet..(Şaka..) Aslında bu konuyu açmanız ilginç; çünkü bugün kızım eve geldiğinde, üzerinde çalışmayan saatler olan yeni bir çift ayakkabı giyiyordu. Ne tuhaf bir rastlantı.’

Bu da tuhaf bir dönem zaten. İnsanların duyguları zaman içinde kategorize etme hevesi, sadece ayrılığa ve karmaşaya yol açtı.

‘Mısır’lıların zaman nosyonundan bahsetmeyi unuttunuz.’ 

Zaman nosyonları yoktu ki. Zaman, sadece geçmiş ile olması beklenen olaylar arasındaki boşluğu doldurmak istediğinizde işe yarar. Yoksa neden gerekli olsun ki?

Bir sorunla karşılaşan kişi her şeyi oluruna bırakırsa, zamanın kıskacında zorlanan bir çözüme kıyasla çok daha güçlü olarak en uygun çözüm kişiye ulaşacaktır. Yapay zaman/mekan baskısı altında olduğu için kişi bir çözümü zorladığında, çoğunlukla kısmi bir çözüm elde eder. Oysa bazen iyi bir sonuç için oldukça uzun bir süre beklemeye değer.
Bu noktada biraz geometriden bahsedelim. En küçük açısı 36 derece olan ve bir kenarı 72 parçadan oluşan eski Mısır’lıların ‘123 üçgeni’ gibi bir üçgeni düşünelim. Bu geometrik objenin içerdiği özel orantı, yüksek realite boyutlarıyla bağlantıyı sağlayan kuvvet hatlarını oluşturur veya bu hatların birleştirilmesini sağlar.

Bu obje aracılığıyla, ışığın görünen spektrumunu ayrıştıran bir enerji akışını sağlanabilir. Böylece bu obje, en basitinden meditasyon sürecinde vibrasyon seviyesini yükseltmede veya rüya aktivitesini hızlandırmada etkili olabilir. Yalnız burada bu tür objelerin yaygın olarak kullanılması gerektiğini önerdiğimi düşünmeyin. Sadece belli bir fikri tartışmak amacıyla bu örneği verdim.

Siz de rastgele bir araya getirdiğiniz cam üçgenlerle, insanın gözleriyle görmeden anlayamayacağı güzellikte bin bir çeşit ışımaya ve farklı açılarda ışık kırılmasına şahit olmuştunuz. Evrenin temel yapı taşı olan böyle bir yapılanma belli bir osilasyon* başlatır. Bu osilasyon ise, küçük çapta bazı gözlemlenebilen fenomenlerin yanısıra, sizin enerji seviyenizinde önemli ölçüde bir artışa yol açar.

(*Osilasyon: Bir tür salınım hareketi. )

Şimdi, zamansızlıktan bahsederken neden bu konuyu açtım sence?

‘Benim zihinsel yaklaşımımda bir değişim sağlayabilmek için olabilir.’

Ne demek istiyorsun?

‘Sahip olduğum değerler sistemimde bir değişim yaratmak için.’

Kimin sistemi bu?

‘Küçüklüğümden beri bana öğretilmiş olan sistem.’

Şimdi, bir kişi önceleri yeni arabalara ilgi duyarken, sonradan tüm ilgisini, diyelim, antik harabelere yöneltebilir. Bu satırları okumakta olanlardan bazıları şöyle diyebilir: ‘Benim için böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Nasıl bir kişi harabelere ilgi duyar ki? Herhalde gökyüzünde UFO’lar gördüğünü söyleyen kaçıkla aynı kişi olmalı. Eminim kendisi de bir harabeye benziyordur.’

‘Seth, ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bizi harab etmek mi?’

Bir Mısır’lı gibi davranmak istemediğini mi söylüyorsun?

‘Hayır. Sadece bir Mısır’lı gibi davrandığımızda, başkalarının bunu bilmesini istemiyorum.’

Şimdi ‘mutluluk’ adı verilen zamandan arınmış bir alana adım atmaya başlıyoruz.

Hotep’ler olarak bilinen hayali bir aile düşünelim. Smith ve Jones’lara da karşı değilim, ama biraz farklı olsun diye böyle bir isim seçtim. Hotep’ler, medeniyetin kendilerine sunduğu imkanları alabildiğince değerlendirmeyi bilmiş bir çift olsun. İkisinin de iyi birer işleri, biri yabancı marka olmak üzere iki adet gıcır gıcır arabaları ve (en azından) iki de çocukları vardır. A.B.D.’nin herhangi bir eyaletinde büyük bir şehirde seçkin bir muhitte muhteşem bir evde yaşarlar.

Kırk yaşlarında olan karıkoca Hotep için her şey mükemmel görünmektedir; onlara göre mutlak mutluluğu yakalamışlardır. Ta ki, can sıkıntısı denen şey yaşamlarına süzülene dek. Yaşamlarında eksik olan bir şeyler vardır ve acilen bir köpek alınır. Yine can sıkıntısı.. Bir yat alırlar, hala can sıkıntısı.. Bir tiyatro grubuna katılırlar. Nafile..

Ailede tartışmalar, kavgalar başlamıştır. Artık canları sıkılmaz, ama bu sefer de sağlıkları bozulmaya yüz tutar. Görünüşte yaşamlarında her şey mükemmel olduğu halde, yanlış giden bir şeyler vardır.

Yaşlanma belirtileri çoğalmaya başlar. Bir an önce bir şeyler yapmadıkları taktirde zamanlarının tükenip gideceğini hissederler. Biri ‘Hala bir bedenimiz varken bir seyahate çıkalım’ der. Diğeri sorar, ‘Ama nereye?’ Kısa bir tartışmadan sonra Mısır’a gitmeye karar verirler. Onlara göre ne olursa olsun her şey kavga etmekten daha iyidir..

Mısır’dayken birdenbire yaşamlarının büyük aşkını keşfederler: Harabeler.. Bu noktada bazıları, onların kendilerinin birer harabe olduğunu söyleyebilir. Ancak Hotep’ler orada kelimenin tam anlamıyla kemiklerine enerji zerkedildiğini hissederler. Mısır’da geçirdikleri bu değişik deneyim sonucunda, yaşam tarzlarında da bir değişim yaratmak isteğini duyarlar. Bir anlamda, üzerlerindeki zaman/mekan baskısına rağmen, onlara ‘eski’, ‘yeni’den daha çekici gelmiştir.

Yaşamlarındaki her şeye yansıyan yepyeni bir enerjiyle, çok geçmeden işlerini değiştirir ve farklı ilgi alanlarına yönelirler. En önemlisi ise hayata bakış açıları ve yaklaşımları değişmiştir.

Harabelere yaptıkları çok sayıdaki ziyaretlerden sonra bir kitap yazmaya karar verirler, ki bu onların daha önceki uğraşlarının tümünden daha farklı bir disiplin gerektirmektedir. Bu arada ziyaret ettikleri eski tapınakların enerjisi, hem farklı frekansıyla, hem de özel geometrisiyle beyinlerinin farklı bir bölümünü canlandırmış ve böylece onları hızlı bir çöküşe götüren yaşlanma süreci dizginlenmiştir.

Peki bu olayda zaman/mekan değişimi nasıl gerçekleşti? Oh, söylemeyi unuttum. Hotep’ler şimdi Kahire’de yaşıyorlar. Çocukları mükemmel Arapça konuşabiliyorlar ve hiç bu kadar mutlu olmamışlardı.

Hotep’lerin olayında zaman/mekan değişimi, üst ve alt boyutların kesişimi sayesinde oluştu. Bedende bu tür bir kesişimin gerçekleştiği yer ise zihindir. Daha önce de söylediğim gibi, zihninizi değiştirirseniz, zamanı da değiştirirsiniz.

Bu hikayemizde olduğu gibi, deneyim adını verdiğiniz belli bir zaman/mekan’a kişinin gereksinimi kalmadığında, kişi için çeşitli ‘boşluk’lar yaratılır. Ancak nedense pek çok varlık, artık yeni bir şey kazandırmadığı halde belli bir aktiviteyi sürdürür durur ve farklı bir şey denemekten, evrenin yeni alternatifler sunan enerjisini akıttığı değişik bir alana adım atmaktan korkarak yaşamayı seçer. Peki, yaşama farklı enerjiler nasıl çağrılır? Gerçekte siz enerjiyi, bir boşluk yaratarak cezbedersiniz. Geçmişiniz hızla geleceğiniz olurken siz hala korkuyla ve can sıkıntısıyla yaşıyorsanız, sizin için adeta yoktan enerji varedecek olan yeni bir aktivite ile boşluğu doldurmayı hedeflemelisiniz. Pekala, şimdi zamansızlığı açıklayabilir misin?


 

sonraki sayfa