Mektup #16

26 Mayıs 2001

 

Sonsuz ve karşısında sıfır… Sınırsızın yanında hiçbir sayı değeri, hiçbir şey ifade etmez. Sınırsızın yanında ikinci bir değer yok, olamaz. Sadece sınırsız VAR. Olan da sadece sınırsızın nicelik, nitelikleri. Sınırsızın karşısında olan sıfır hali… Niceliğin olamama hali, ki YOKluk halinin adı ki sıfır. Hiç olmamış ve varlığı olmayan, ancak sınırsızın, yani mutlak ölçülere gelmeyen niceliğin, niteliğin anlaşılmasını sağlayan YOKluk, ki, YOK hiç olmamıştır. ANKA kuşu gibi var zannedilen…

Sıfır…  sonsuzun anlaşılmasında yardımcı kavram… Var ve yok çiftinde… YOK hiç olmamış ama varlığı açıklayan kavram… Değerler sıfırın üzerinde varlar, ancak sınırsıza göre değer ifade etmeyen YOKlar. O halde mutlak olan değer, nicelik, nitelik SINIRSIZ, yani VAR. Diğerleri izafi olarak kullanılan, anlamamıza yarayan hayali değerler…

~~~~

Selam olsun…

Simgelerin açılımında muhteşem bir yolculuk, sağ ol! Rakamlarda, kelimelerde veya bir çiçeğin kıvrımlarında… Her zerre bütünün bilgisini taşıdığı için, her simgede kat kat, boyut boyut ‘mana’…

Sonlu her değer göreli ama yine de her biri özde mutlak olanı taşıyor. Ve en temel paradoks, sonsuzlanabilmesi icin kendini sıfıra bölmesi gerekiyor! Sıfırı ne kadar ‘yok‘lasak da, sıfır-sonsuz bağlantısı bu göreli alemin şifresi adeta.

Gerçek‘ zaman ve mekandan bağımsız, hep ‘var‘! Oysa akıl kıyaslarla çıkarımda bulunur. Böylesi bir zihinsel süreçte, kaçınılmaz olarak soru ile yanıt arasında bir süre geçer. Basit bir ornek, 12345 gibi bir sayının karekökü ‘yanıt‘ olarak hep mevcuttur, şimdi ve burada. Ama zihnin o değere ulaşması için bir ‘süre‘ gereklidir — sonuçta ‘zaman‘ zihinde yaratılır!

Şu sözü severim: “geciken yanıt, yanlış yanıttır.” Bu yüzden bence bilinçte yolculukta en önemli aşama, kişisel olgularda sezgisel/an‘lık yanıntların daha ve daha ön plana çıkması. ‘Bilmek‘den ‘olmak‘ haline geçiş de böyle olmalı…

An‘da olmak…

Tıpkı sıcak, sımsıcak bir günde bir pınardan avuçladığın su gibi… Hemen o anda içersen ‘var‘dır su senin için. Biraz oyalandığında su kayıp gider parmaklarının arasından — farklı bir devinime dahil olur. Güneş kurutur avucundaki son damlayı da — hiç iz kalmamıştır o an‘a dair avucunda..

Zen’e göre “yandın mı, tümüyle yanmalısın – tozsuz, külsüz, hiç bir iz bırakmadan…” İşte ancak bu şekilde olayın tüm potansiyeli an‘da tezahür eder. Bu ‘bütünsel bilinç‘te olmaktır, bu ‘oluş‘ halidir işte.

Oysa biz iz bırakmak için yaşarız adeta. ‘Var‘lığımızın ispatı gibidir o izler Ve sanki onlar olmasa yolumuz yoktur gibi gelir bize. Ama her ‘iz‘ bir karma odağıdır, dalga dalga tesirini yaymaya devam eder. ‘Geçmiş‘in tesir alanı, ‘bugün‘ü bulanıklaştırır, ‘yarın‘a katar. Kişi an‘dan uzaklaştıkça ‘zaman’ lineerliğine düşer ve gölgelerle uğraşmaya devam eder.

An‘da olmak…

Ve sevgiyle…

 

sonraki mektup