Mektup #17

30 Mayıs 2001

 

Zerrede Kül yani bütün saklı, zerre bütüne ayna, nasıl? Hologramda bütün bilgisi en küçük parçada saklı… Bu konudaki açıklamalarınızı ümit ederim.

~~~~

“Bilimin azı Tanrı’dan uzaklaştırır, ama çoğu O’na götürür.” Louis Pasteur

Hologram kavramıyla ilk tanıştığımda büyük bir coşku hissettim. Bin yılların mistik anlayışı ile bilim arasında aşılmaz sanılan eşiğin geçilişini müjdeliyordu sanki.

Londra Üniversitesi fizikçilerinden Bohm, Stanford nörofizyolojistlerinden Karl Pribram (ki geçen yıl içinde ODTÜ’de konferansları oldu) gibi bilim adamları, objektif realitenin varolmadığını, evrenin aslında dev bir holografik model, bir projeksiyon olduğunu savunuyorlardı.

Bildiklerini tekrar ediyor olabilirim, bağışla, ama hologram olgusunu detaylamamı istediğin için yazıyorum. Hologram, lazer tekniği ile yapılan bir görüntü kaydetme yöntemi. Görüntülenmek istenen cisme lazer ışını yollanır. Çeşitli ayna ve mercekler yardımıyla ışın ikiye ayrılır. Bunlardan biri cisme vurur ve yansır, diğeri ise cisme hiç değmeden direkt olarak hologram plakasına ulaşır. Plaka üzerinde bu iki ışın, yani ana kaynaktan hiç bozulmadan gelen ile cisme vuran, böylece ‘farklılaşan‘ ve aslına oranla değişip ‘bozulan‘, yani ‘deforme olan‘ ışınlar birbiriyle kesişip, girişirler. Hologram plakasına görüntü kaydedilmez, o görüntüyü oluşturan ‘bilgi‘, yani frekans kodları kaydedilir. Ana kaynaktan değişime uğramadan gelen ışının üzerine, ‘değişime uğrayan‘ ve ‘suret‘ bulan, yani cismin kenarlarından dolaşarak onun biçimini oluşturan bilgileri taşıyan ışın düşer. Bu ikisi arasındaki ‘farklılık‘, o cismin görüntüsüdür ve hologram da işte bunu kaydeder.

Bir hologram plakasına bakıldığında buruşuk ipek kumaşa benzer bir görüntü ile karşılaşılır. Bu kesişip, girişen çizgiler, o cismin ‘kayıt modeli‘dir ve yalnızca frekansların kaydından oluşur. Bu plakaya aynı açıdan yeniden bir lazer ışını gönderilecek olursa, görüntü bilgileri kayda geçmiş olan cisim odanın içinde üç boyutlu olarak belirir.

Aynı hologram plakasının üzerine bir çok görüntüyü üst üste kaydetmek mümkündür, çünkü hepsinin kayıt açıları ve frekansları farklıdır. Bu kayıtlar birbirine karışmaz ve her kayıt ancak kendi kodunda, yani kendi dalga boyunda gelen yeni bir uyarana cevap verecektir. Ona kayıt yapıldığı açıdan gönderilecek bir lazer ışını, bir anda o görüntüyü bütün ayrıntıları ile ‘canlandıracak‘, ‘hatırlanmasını‘ sağlayacaktır.

Hologram tekniğinin felsefi açıdan en can alıcı noktası ise şudur: Üzerine herhangi bir görüntü kaydedilmiş olan bir hologram plakası ne kadar küçük parçalara ayrılırsa ayrılsın, bu parçalara uygun açıdan lazer ışını gönderildiğinde, plakaya kaydedilen görüntünün tamamı (netliği epeyce azalsa da) yeniden elde edilebilir. Yani her birim, bütünün bilgisini ve benzerliğini kendi bünyesinde korumakta ve saklamaktadır.

Pribram‘ın holografik beyin modeli ile Bohm‘un holografik evren modeli beraber değerlendirildiğinde, ortaya gerçekliğin farklı bir tanımı çıkıyor: Evrenin aslında holografik bir frekanslar bulutu olduğu ve beynin sadece bir hologram olup, bu bulutun içinden bazı frekansları alıp onları matematiksel olarak duyusal algılara çevirdiği — yani, mistiklerin ifadesiyle, maddi dünyanın bir maya, bir illüzyon olduğu…

Bizler gerçekte kaleidoskopik bir frekans denizinde yüzen titresim alanlarıyız, sürekli birbirimizle etkileşim içinde ve bütünle bağlantılı.  Ait olduğumuz hologramı anlamaya çalışıyoruz, sonsuz bir frekans tayfından oluştuğunu bilerek veya bilmeyerek…

Hep diyoruz, ‘bilgi‘ gündeliğe ne kadar yansıyor? Benim için ‘bilgi‘ yaşamsal referansımı netleştirmek adına önemli. Sapmalar, dolanmalar oluyor şüphesiz, ama döneceğim yönü biliyorum her durumda. Kendimce ‘doğru‘dan uzaklaştığımın en şaşmaz ölçütü duyduğum ‘içsel huzursuzluk‘. ‘Huzur‘a yöneliyorum yine ve yine… Ve benim için ‘huzur‘, şüphesiz ve sorgusuz bir sevgi halinde olmak. Düşe kalka da olsa sevmeye devam! 🙂

Ama bilmez miyiz ki, ‘olan‘ sadece yaşanır, ‘an‘ yaşanır. Anlamaya/anlatmaya yöneldiğimizde, yaşamsallığa tam anlamıyla teğet olduğumuz o noktadan uzağa düşeriz hemen. Bu yüzden uzunca süredir pek okumuyorum, konuşmuyorum yaşamı. Ama ‘hiç bir sey rastlantı değildir!‘ diyerek dahil olduğum bu sözel alanda sevinçle dolanıyorum yine de…

Sevgiyle…

 

sonraki mektup