Mektup #20

7 Haziran 2001

 

“Evet en kıymetli bakış sevgi, her şeyi sevmek! Seven O, sevilen O… Sevgi iç dünyamızda giderek artmada, sonrası aşka dönüşmede… Aksi halde dediğiniz gibi düşük frekanslı duygular giderek artmada, adeta bilinci hapis etmede. Kin yeni kinleri  getirmede, rüzgar eken fırtına biçmede… 

Ama bilmiyoruz, başımıza gelenler için suçlular aramadayız. Öze dönüp yaptığımız yayına bakabilsek her şeyin bizden kaynaklandığını fark edebilsek! Toplum yaptığı düşük frekanslı yayının farkında olsa. Ama bunun bilincinde olmadan ‘diken tohumları saçarak, gül hasadı beklemede’. Bulamayınca ektiklerinin bilincinde olmadığından başına gelenlere isyan etmede, suçlu aramada… Kendinden büyük suçlu var mı? Yapmak önemli, bir başka yönü ile de önemli değil. Davranışa keyfiyet kazandıran iç ses, istek, niyet..Aynı davranış bir yerde sırf güzellik olurken, başka yerde negatif istekle sırf kötülük olur..

‘Arınanlar kurtuldu’ ifadesi hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Belli dalga boylarını algılayan bizler farklı dalga boylarına doğru yolculuk nasıl yapabilir, farklı boyutlara nasıl gider? Boyut nedir, sizin dilinizde? “

~~~~

Selam…

Çok doğru, neyi besliyorsak, o büyüyor şüphesiz. Doğumdan ölüme, sevgiyi değil, korkuyu büyütüyoruz büyük bir coşkuyla! Yarattığımız canavara şimdi bakıp şaşırmak niye?

Ego korkuyu besler ve korkuyla beslenir. ‘Sen‘ ve ‘onlar‘ı pompalar ki, bir ‘düşman‘ nosyonu oluşsun!  Egonun güdümünde kişinin edimleri, rekabet, yarışma ve hatta çatışma platformunda şekillenir. Kişi bireysel kazanımlar adına, ‘bütün‘ü parçalama/parselleme çabasındadır adeta, ki, kendi payı artsın, artsın…

Üstelik ego öyle farklı giysilere bürünür ki, çoğu durumda onu tanımak çok zorlaşır. İlla katı formda değildir besini — alkışlarla, övgülerle, el öpmelerle de beslenir. Bazen ‘ben en doğrusunu bilirim‘ diyen, ‘pek bir şey bilmeyen‘den daha fazla zarar verir ‘bütün‘e.

Bedendeki  hücreleri düşünelim. Her hücre salt kendine düşen görevi yerine getirerek ‘bütün‘e mükemmel biçimde hizmet eder. Ama eğer bu ‘görev‘ anlayışı sapmaya uğrar ve bir tür kendini ispatlama çabasına dönüşürse, hücre büyür, büyür ve büyür — ki, bunun adı kanserdir! Şüphesiz bu kontrolsüz büyümenin bedene ve dolayısıyla da hücreye yarar getirmesi düşünülemez bile!

Evet, her hücre ‘bütün‘e karşı sorumludur ve bu sorumluluğunu diğer hücrelerle uyum içinde işlev görerek yerine getirir. Böylesi bir uyum ise, her hücrenin hem ait olduğu ‘beden‘in ve hem de ‘beden‘ içinde kendine düşen özgün rolün tam farkındalığında olması ile mümkündür.

Bizler de hücreler gibiyiz ve asal görevimiz ‘kendimiz olmak‘!

Kendini tanı!‘ — bütün öğretilerde öngörülen de bu değil midir? Yaşamın örgüsü içinde bize düşen rol, ‘bütün’ içinde özgün yerimizi anlamaya yönelmek ve de varoluş nedenimizle şifrelenmiş potansiyeli açığa çıkarmak olmalı!

Ve yine tekrarlamaktan yılmayacağım — bu potansiyelin adı ‘sevgi‘! O müthiş, o doyumsuz, o tanımsız ortak doku: ‘Sevgi‘.

Sevginin tezahür ettiği ortamda, kişi bir diğeriyle ve ‘bütün‘le bağlantısını zihinde değil, yürekte duyacak ve ‘bütün’e karşı sorumluluğunu en doğal haliyle yerine getirmeye baslayacaktır. Sevgiyle titreşen bireylerin tek bir nabız gibi atması — cennet bu olmalı!

‘Arınanlar kurtuldu.’ 

Kurtuluş‘, içsel özgürlüğün tümüyle tesis etmesi bence. ‘Arınma‘ ise ‘öz‘e giydirdiğimiz kılıfların ‘terk‘i… Daha önce de bahsi geçmişti, ‘terk‘ illa somut bir terkediş olarak değerlendirilmemeli. Kişiyi somuta prangalayan düşünce ve duygu kalıplarının ‘terk‘ edilmesi aslolan.

Kanatlarımız var, ama korku ile bağlamışız onları.
Kanatlarımız var — sevgi, korkuya galebe çaldığında hissettiğimiz….
Kanatlarımız var! Ne mutlu hissedene…

Ruhsal gelişim spiral bir yol izler.” denir. Eğer bir evre tamamlandığında,  aynı noktadan ama daha ‘üst‘ bir farkındalık içinde geciyorsa kişi, bir ‘boyut‘ aşılmış demektir. Ama bu idrak oluşmamışsa, tekrarlayan derslerden ibaret gibi gelir yaşam — döngü kısır ve bunaltıcıdır  bu durumda.

Gündelikte ise kendimce bir yorumum var — belli bir olayın yarattığı keskin duyguları nötrleştirdiğimde, içsel yansımalarını (olabildiğince) söndürebildiğimde, bir boyut aştığımı düşünüyorum. Bilgisini/dersini aldıktan sonra, bir  yaşam deneyimini ‘paketleyip‘ ait olduğu an‘a iade etmek gibi bir şey…

Ama boyutların sonu yok! 🙂

Ve sevgiyle…

 

sonraki mektup