19 Haziran 2001
Selam…
Yine uzun bir mail olacak… Dilim döndüğünce ağır mı ağır sorularına cevap vermeye çalıştım… 🙂
~~~~
“Paradoksların mantık bariyerini aşarsa, bilinç sıçramalarına hizmet edebileceği yönündeki görüşünüze dair… Bu nasıl olabilir, örnekle açar mısınız?”
~~~~
Bilinen en eski paradokslardan biri, bir Girit’li olan Epimenides‘in ağzından dökülen ‘Bütün Girit’liler yalancıdır.‘ tümcesidir. Düz mantıkla değerlendirildiğinde, bu savın doğru olması söyleyenin yalancı olmasını, dolayısıyla söylediğinin de yalan olmasını gerektiriyor; yanlış olması ise Girit’lilerin doğru‘yu söylediğini, ifadenin doğru olduğunu. (Aslında son çıkarımda bir hata söz konusu: ‘Bütün Girit’liler yalancıdır.’ cümlesinin karşıtı ‘Bütün Giritliler doğrucudur.’ değil, ‘Bütün Girit’liler yalancı değildir.’ olmalı. Yani ‘bazı’ Girit’liler –buna Epimenides de dahil– doğrucu veya yalancı olabilirler. Bu yüzden net bir yorum mümkün değil!)
Çok yaygın dile getirilen başka bir paradoks ise “Bu cümle yanlıştır.” Bu cümlenin doğru olması, yanlış olmasını gerektirir! Bir çelişki çemberi oluşur ve bu böylece sürer gider…
Bu ve buna benzer paradokslar, değişmez bir doğru-yanlış ekseninde ve keskin bir düalite içinde hüküm süren mantığın, en hafif bir ifadeyle, sınırlılığını gösterir.
Zen’de koanlar benzer bir işlev görür. Koan hiçbir mantıklı cevabın olmadığı bir sorudur. “Bir elle alkışlamanın sesi nedir?” en iyi bilinen koanlardan biri. Burada aslolan yanıta değil, koana odaklanmaktır. Zihin bir dolu yanıt üretebilir, ama hiç biri tek ve gerçek olan değildir. Koanın amaçlarından biri sizi, mantıklı zihnin daha fazla gidemeyeceği bir noktaya getirmektir. Zihin ‘bir‘lik bilincinin önünde duran temel engeldir, ki bir an için bile olsa devreden çıkarsa karşıtlıkların birbirine eridiği bir hal deneyimlenir. İşte bu farkındalık anında, koanın kendini çözdüğü söylenir.
~~~~
“Beyin, iki yarısı senkronize olmaya başladığında ise alfa moduna (7 – 14 hertz) geçiyor. Beyin nasıl senkronize olur, bunu sağlayıcı metodlar nelerdir? İfade ettiğiniz gibi bilim bu konularda bir takım tespitler yaptığına göre muhakkak önerileri de vardır. “
~~~~
Beynin iki yarısını senkronize etmek adına ışık, ses dalgalarını ve hatta belli frekanslarda fiziksel titreşim uyarılarını kullanan aletlerin mevcudiyetinden bahsediliyor. İddia edildiğine göre bu aletlerle beynin daha fazla alfa, beta ve teta dalgaları üretmesi sağlanıyor. Doğaldır ki bunlar sadece duyduklarım, böyle bir aleti deneme şansımın/şansımızın olacağına pek ihtimal vermiyorum!
Ama yine aynı amaca yönelik sayısız meditasyon tekniğinin olduğu da bir gerçek. Bir mantranın tekrarlanmasını esas alan Transandantal Meditasyon’dan, farklı yoga tekniklerine, hatta okült ritüellere kadar sayısız disiplin söz konusu.
Basit ama çok kullanılan bir yöntem, belli bir ritimde münavebeli olarak sol ve sağ burun deliklerinden derin diyafram nefesleri alıp vermekten ibaret. Beynin sol lobu bedenin sağ tarafıyla, sağ lobu ise sol tarafıyla bağlantılı. Bu nedenle sol burun deliğinden alınan nefes sağ lobu, diğeri ise sol lobu etkileyerek iki lop bir denge kurulmasına yardım ediyor.
~~~~
“Farklı gerçeklik alanları: farklı ve sınırsız her an değişen boyutlar… Varlıklar alemi mi kast ettiğiniz? Ya da farklı bilinç halleri ile hayata bakışta, hissedişte olan değişmeler mi?”
~~~~
Kişi kendiyle tanışmaktadır. Bilinçaltında yer etmiş olan nice korku, kaygı, kuşku mevcut realitesine projekte edilir. Dolandığı boyutlar, kendi iç aleminin boyutlarıdır, ama o ölçüde de yabancıdır kendine. Bir dost şöyle demişti: “Yıllarca kapalı kalan bir musluk açıldığında, önce paslı su akar!” Ruhsal açılımda da ilk önce böylesi ‘paslı‘ yanlarımızın dışa vurması beklenmeli.
~~~~
“Zaman konusunda ikizler örneğinde anlayamadığım şu: Biri dünya şartlarında diğeri ışık hızına yakın hareket etmede. Süre aynı, diyelim 1 yıl dünyada yaşama ile 1 ışık yılı mesafeye gitmede geçen süre aynı, ancak kendi öz yaşamında zaman farklı. Sonuç olarak 1 dünya yılı ya da 1 ışık yılı sonunda biyolojik yapı aynı derecede (biyolojik saat aynı değil mi? 1 güneş yılı ve 1 ışık yılı, süre aynı, hız farklı, başka?) yaşlanmaz mı?”
~~~~
Açık yüreklilikle söylemeliyim ki, hiç bir konuda fazlaca bilgili değilim. Görelilik teorisiyle ilgili yıllar önce okuduğum kitaplardan zihnimde kalan da fazla değil. Yine de bu sınırlılık içinde bir açıklama getirmeye çalışayım.
Bu teoriye temel teşkil eden Lorenz dönüşüm formüllerine göre hız arttıkça bir saatin tik-takları arasındaki süre azalır, yani zaman yavaşlar. Hız, ışık hızına yaklaştığında ise, bu süre sonsuzlanır, zaman durma noktasına gelir. Yine bu teoriye göre ışık hızında cismin kütlesi sonsuza yaklaşır. Bu nedenle ‘ışık hızı‘ aşılması imkansız bir hız limiti olarak kabul edilmiştir.
Burada açıklanamayacak kadar karmaşık olan Lorentz formülleri sayesinde zaman genişlemesi ve uzunluk büzülmesini kanıtlamak mümkün. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki, yüksek hızlarda evrenin işleyişi bizim alıştığımızdan çok daha farklıdır.
Evet, roketteki ikiz için zaman reel anlamda kısalmıştır, biyolojik bedeni de bu ‘yeni‘ zaman içinde ve dünyadaki ikizinden daha az yaşlanır.
~~~~
“Zamanın farkında olmak ve farklılığı hissetme hali neye göre? Yine bir şeyler referans alınarak bu farkındalığı yaşamadayız. Işık hızında oluşla düşünme ile birlikte olunca neyi referans alacağız, farkına varış neye göre olacak, teoride zaman duruyor, geniş ve tek an kalıyor? Teoride, pratikte nasıl olur?”
~~~~
Zaten an‘da olmak hiç bir referansın kalmadığı hal bence. Referans, farklılık içinde mevcut bir odak, oysa an içinde alt-üst, sağ-sol, önce-sonra olmadan, zaman/mekan olgusunun yok olduğu saf varoluş deneyimlenmede. Teorisini bilmem, ama pratikte var olan her şeye ‘aşık‘ olma hali olmalı!
~~~~
“Bir örnek vereyim: 45 saniye kadar süren depremi yaşarken süre bitmedi, tarifsiz derecede uzun geldi. Şoku da bir kaç gün devam etti. Nette tanışıp sonra görüştüğüm bir arkadaşla ilk defa karşılaşmama rağmen başlayan sohbet bittiğinde 4 saat geçtiğinin farkında değildim. Yine bir mistik kaynakta geçer, kısa bir kesitte bir yerde kendini gören kişi evleniyor çoluk çocuk sahibi oluyor, farkına vardığında bir elin hareketi kadar zaman geçtiğini fark ediyor! Bu olayda ve benzerlerinde kişi bilinç olarak parelel evrenler dediğimiz boyutlara mı seyahat ediyor?”
~~~~
Sevgi frekansı yükseltiyor, zaman kısalıyor, korku ise tam zıddı bir tesir yaratıyor. Yaşadıklarımızda zamanı kısa veya uzun algılamamızın tek nedeni, farklı olaylarda hissettiklerimizin farklı titreşim alanları oluşturması.
~~~~
“Zamanda seyahat nasıl olur?”
~~~~
Çok basit bir örnek vereyim: Dağlık bir arazide dar ve virajlı bir yolda seyahat ediyorsun. Bir viraj sonrasını bulunduğun noktadan görmene imkan yok. Ama bir arkadaşın helikopterle hemen ileride bir kaza olduğunu görüyor. O hızla devam edersen köşeyi döner dönmez kaza yapan arabalara çarpıp büyük bir olasılıkla öleceksin. Arkadaşın sana cep telefonuyla anında haber veriyor, sen de yavaşlıyor veya duruyorsun. Bir anlamda geleceğe ilişkin bilgi almış oluyorsun veya soyut anlamıyla, geleceğe dokunup dönmüş gibisin!
Bu sefer de ben bir soru sorayım: Bilinçte bunu sağlayan hal nedir sence?
~~~~
“1., 2., 3., 4., 5. boyut nedir? Bunların bir biri ile ilgilerini misallerle açmanızı isterim.”
~~~~
Açıkcası fazlaca bir fikrim yok. Okuduğum kitapların hemen hepsi farklı isimlerle farklı tanımlamalara yöneliyordu. Ama temelde (isimleri farklılık gösterse de) yedi ana boyuttan bahsedilir:
1. Kozmik: Sınırlı zihnin ulaşamıyacağı ‘bir‘lik boyutu.
2. Semavi: Her şeyin bir biriyle ilişkişinin farkındalığına varılan boyut.
3. Ruhsal: Kişiliğin eridiği, ruhsallığın farkedildiği boyut.
4. Kozal: Sevgi ve barış halinin yaşandığı boyut.
5. Mental: Fikirlerin, düşüncelerin projekte edildiği boyut.
7. Astral: İsteklerin, ümitlerin, rüyaların gerçekleştiği duygu boyutu.
8. Fizik: Gündelik boyut.
Sayfama ilişkin şevk ve yön verici yorumların için teşekkür ederim. Sitenin büyük bölümünün İngilizce olmasının nedeni şu: Bir kaç yıl önce üniversite hepimizin belli bir formatta ve dili İngilizce olacak şekilde web sayfaları hazırlamamızı istedi. Bu yüzden İngilizce başladı olay ve öyle gelişti. Dediğine katılıyorum, ama şu anda 300’den fazla sayfa var ve mevcut yazıları Türkçe’ye çevirebilmek için çok çok uzun bir zaman gerekiyor. Ne yazık ki, günlük yaşantının sorumlulukları içinde böylesi bir zaman dilimini kendime ayırmam mümkün değil. Ancak bundan sonra siteye eklediklerimin çoğunlukla Türkçe olmasına özen göstereceğim.
Sevgiyle…