25 Haziran 2001
“… Yaşadıklarımız bizi sürekli geliştirmede, bir şeylerden arındırmada. Her bir bilinç altın kıymetinde. Altın eriyerek arınır, olaylar içinde bilicimiz yanarak arınmada. Her yanışta bir kademe ilerleriz, ama neyin ne olduğu farkındalığı ile. Ne, nereden, niye geliyor, farkında olmamak, öz’den ayrı düşmüş halimize yeni bir perde daha ekler.
Şu an emanet, dün yoktu, şimdi var. Bir süre sonra alınacak, bu kaçınılmaz… Bu bakışla bir çok dert bela halledilmiş olacak, ki “derdime derman” yine benim bilincimde. Bilinçteki programı yeniden düzenlemek gerek. İşin bir başka ilginç yanı şu: Kafamızda hazırladığımız programa ters olaylar gelişince başlıyor yanmalar, feryatlar, isyanlar! İsyan inkarı, karamsarlığı getirmede. Dahası gerginlik, ruhi bozukluklar, hatta intiharlara kadar varan bunalımlar… Olay çözüldü mü? Derdimiz bitti mi? Hayır, daha da katlanarak bize döndü!
Kütüphanede bulduğum küçük kitapçığı (MARTI/ Richard Bach) bir solukta okudum. Olay sürüden ayrılan bir martının başından geçenler. Kitaptan alıntı bazı cümleleri daha farklı yönleri ile açmak, geliştirmek dileği ile…”
~~~~
Selam,
Sözlerin özde arınmaya hizmet etmesi dileğiyle…
Martı’yı okumuştum, haklısın, çarpıcı mesajlarıyla unutulmaz bir öykü. Ustanın sayısız kitaplarından özellikle ‘Bir’i ve ‘Mavi Tüy‘ü de öneririm, eğer okumamışsan.
Ve Martıdan seçtiklerin…
~~~~
“Cennet diye bir yer yok mu?
…öyle bir yer yok. Cennet ne bir zamandır, ne de bir mekan. Cennet yetkinliğin ta kendisidir. Yetkin hıza ulaştığında, cennete ulaşmış sayılırsın. Ve bu ne saatte bir mildir, ne de ışık hızı. Çünkü herhangi bir sayı sınırdır daima, oysa yetkinlik sınır tanımaz. Cennet bir zaman ya da mekan değildir… Anlamsızdır zaman ve mekan… Herhangi bir yere düşünce hızı ile uçabilmek için, oraya şimdiden vardığına inandırmalısın kendini. “
~~~~
Evet, cennet, var olan her şeyle uyumlanma hali. Belli bir hız eşiği aşıldığında, yani belli bir titreşim seviyesine ulaşıldığında bilinçte bir tür rezonans oluşuyor. Varlık, varoluşun özündeki ortak alana dahil oluyor, ki bu mutlak sevgi hali. Ruhsal yolculukta hep dile getirildiği gibi, kişi hedefe giden yolu kurgulamak yerine, hedefe odaklanmalı, ‘orada‘ olduğunu imgelemelidir sadece.
Süreç zaman ve mekan içinde yaşanır, ama oluş hali an‘lıktır, an‘dadır…
Cennet an‘dadır…
~~~~
“Üzerinde izlenebilecek bir uçuş rotasıyla sınırlı görmemesiydi. Sır, gerçek özünün henüz söylenmemiş bir sayı mükemmeliyetiyle, zaman ve mekanın her yerinde aynı anda yaşadığını bilmekti. Eğer dostluğumuz zaman ve mekan gibi şeylere bağlıysa, sonunda zaman ve mekanı yendiğimizde, kendi dostluğumuzu da yıkmış oluruz. Ama mekanı yendiğimizde, geriye yalnızca burası kalır. Zamanı yendiğimizde, bize kalan yalnızca ‘şimdi’dir.
‘Bura’yı ve ‘şimdi’yi paylaşacağımıza göre nasıl düşünmezsin sık sık birlikte olacağımızı. “
~~~~
Dostluğun muhteşem bir tanımı… ‘Dostum şimdi ve burada olmalı!’ diye düşünürüz. Ama en büyük yanılgımız ‘şimdi ve burada‘ halini zamansal ve mekansal olarak değerlendirmemiz! Ne büyük çelişki! Zaman ve mekana bağlanan bir hal sürekli/kalıcı/mutlak olabilir mi?! Bu anlayışla hiç kimsenin ‘dost‘ bulamamasına şaşmamalı! Dostluk en başta bir gönül bağıdır, beş duyunun ötesinde hissedilen bir beraberlik…
‘Dostum, hissettiğim anda ve hissettiğim yerde benimle!‘ diyebilmek! Ne büyük coşku!
~~~~
“Böyle sert çıkışlarla başlarsan başaramazsın asla! Yumuşak olmak zorundasın. Kararlı fakat yumuşak, unutma!”
~~~~
Çoğumuz için ‘tutarlılık‘ varoluş dinamiğine aykırı bir ‘ben değişmem!‘ çabasıdır. ‘Prensip‘ denen kalıplar oluşur, kişiyi her boyutta sımsıkı bağlayan… Şüphesiz ki, sınırlar çizen, sınırlılığa mahkumdur! Aslında ben‘i beslemek adına kişinin kendini güvende hissedebileceği bir sığınma halidir bu. Ve bu sığınağını korumak güdüsüyle sınırları dışındaki herşeyi reddetmek, gerektiğinde ‘dışarıdakiler‘le çatışmak durumundadır. Katı, keskin ve köşelidir. Oysa evren sivrilikleri sevmez – yaşamın güçleri eninde sonunda törpüler tümünü!
Böylesi bir kişilik savında olan için ‘uyum‘ taviz demektir!
Eğer adına prensip diyeceksek, tek prensip bütün‘le uyumlanmak olmalı , tek değişmeyen ise her şeyi sevmek!
Bu cümleler bana şu dizeleri hatırlattı:
insanoğlu doğduğunda yumuşak ve uyumludur,
öldüğünde ise katı ve sert…
bitkiler ve hayvanlar yaşarken, yaşam suyuyla esnek,
öldüklerinde ise kuru ve kırılgan…
bu yüzden katı ve sert olan ölümün yandaşıdır,
yumuşak ve uyumlu olan ise, yaşamın…
bu yüzdendir ki, uyumlanmayan bir ordu kazanamaz hiç bir savaşı,
ve en sert ağaç, en hazır olandır biçilmeye alaşağı…
demek ki, sert ve güçlü olan adaydır düşmeye,
yumuşak ve zayıf olan ise yükselmeye…
Bunlar ‘Tao Te Ching‘den. ‘Tao Te Ching‘ 2500 yıl öncesinden bir bilgelik kitabı. Lao Tsu’nun yalın ama çok boyutlu üslubuyla, çağrısı ve mesajı eskimeyen bir eser. Yıllar önce İngilizce metinlerden bazı pasajların çevirisini yapmıştım. Çok sevdiğim iki bölümü yazıyorum, yeni açılımlar adına…
elli sekiz
bir ülke anlayışla yönetildiğinde,
insanları yalındır.
ülke şiddetle yönetildiğinde ise,
insanları kurnazdır.
mutluluğun kökü derdin içine gömülüdür.
dert, mutluluğun arkasında pusuda bekler.
geleceğin ne taşıdığını kim bilebilir ki?
dürüstlük yoktur,
dürüstlük sahtekarlaşır.
iyilik büyü şekline döner,
ve insanın büyülenişi
çok uzun zaman sürer.
bu nedenle bilge, keskindir ama kesmez,
incelmiştir ama delmez;
direkt ama kontrolsüz değil,
parlak ama körletircesine değil!
altmış dört
barışı korumak zor değildir;
dert en kolay başlamadan engellenir.
esnemeyen kolayca parçalanır,
küçük olan hemen ufalanır, dağılır.
olaylara önceden çare gerekir,
düzeni, karmaşa gelmeden önce getir.
bir insanın sevgisi kadar yüce bir ağaç,
önce küçük bir filizdir ya;
dokuz kat yüksek bir taraça,
bir avuç topraktır başta;
ve bin millik bir yolculuk,
başlar, tek bir adımla…
çabalayan kendi amacına yenilir.
yakalamaya çalışan ise, yitirir.
bilge kişi çabalamaz ve bu yüzden yenilmez.
hiçbir şeyi yakalamaya çalışmaz,
ve hiçbir şeyi yitirmez.
insan genelde kaybeder kazanmak üzereyken,
öyleyse, başlangıç kadar sona da özenirsen,
başarısızlığı yok edebilirsin, temelden.
bilge arzulardan özgür olmayı diler.
ne değerli şeyleri biriktirmeyi ister,
ne de fikirlerin tutsaklığını seçer.
insanları kaybettiklerine geri götürür,
onbinlerce şeyi doğasına döndürür,
ama bir şey yapmak gerektiğinde, durur!
Hep sevgiyle…