Mektup #32

9 Temmuz 2001

 

Selam olsun…

Çoğunlukla kişi fikirde kendine yakın olanlarla konuşmayı yeğler. Kabul, böylesi kolaydır, zevklidir. Ancak bu tür paylaşımlarda boyutsal bir açılım sağlanması pek beklenemez, ki hedeflenen de bu değildir genelde. Bu meyletmede asal etken onay, destek, yandaş arayışıdır. Ve geri planda, o çok bildik ‘ego‘nun dansıdır süregelen. Ama burada durum öyle değil. Sanırım ikimiz de farkındayız, fikirlerimiz bazı temel noktalarda örtüşmüyor. Ama ne güzel ki, burada farklılıklara odaklanarak tartışmak yerine, yaşamdan süzdüklerimizi paylaşıyoruz, yargısızca.

Evet, şimdiye kadar bilinçli olarak ‘dinsel‘den uzak tutmaya çalıştım sözlerimi. Bunun öyle çok nedeni var ki! Ama sana bir açıklama borçluyum duygusuna kapıldım ve sadece bugüne mahsus olmak üzere bu konuda bir şeyler yazmak istiyorum.

Tüm dinler, tüm öğretiler Güneş’i gösteren parmaklardır.‘ diye düşünürüm. Parmaklara değil, gösterdikleri yöne döndürmeliyiz yüzümüzü. Hiç bir parmağa en ufak bir zarar gelsin istemem, istememeliyiz, çünkü hepsi bütüne hizmet etmede. Ama ben uzunca bir süredir doğrudan Güneş’le ilgiliyim, Güneş’le yanmadayım her an…

Asla ve asla dinlerin işlevini inkar edemeyiz, ama aslolan onlar aracılığıyla kendi ışığımızı yakabilmektir. Başka bir ifadeyle, tüm kitaplar kişiye kendi iç kitabını okuyabilmesi icin gerekli verileri sunarlar aslında. Kişi her okuduğunda kendine ait, kendine özgün bir şifre yakalayabilmelidir veya hiç olmazsa bunu hedeflemelidir.

Kuran-ı Kerim (veya başka bir dinsel öğreti) kademe bilgisi içerir, yani bilinç seviyesi yükseldikçe aynı ifadeden daha ve daha boyutlu manalara ulaşabilir kişi. Bence şöyle bir süreç söz konusu: Tekamülünün ilk basamaklarında bir kişi bir ayeti okuduğunda kelimelerin yalın anlamlarıyla bir çıkarımda bulunur. Bu çıkarım ona bir başlangıç sağlar, ama bu bilgiyi yaşamına yansıtmalı, içindeki derinliklerde dolandırmalıdır ki, tekrar aynı satırlara döndüğünde daha üst seviyede bir anlama ulaşabilsin. Gitgide genişleyen kademelerde böylece sürer bu yolculuk. Ve adım adım, kendi gelişimiyle birlikte kat kat açılır evren bilgisi ona. Sonuçta ‘bilgi‘nin kişide yankılanmasıdır önemli olan ve kişi ancak deneyimleyerek bilginin farkındalığına ulaşır.

Evet, Hz. Muhammed son peygamberdir, çünkü artık ‘peygamber‘ kişinin içinde doğacaktır. Evet, İslam en son ve en güzel dindir, çünkü bize içimizdeki ‘doğuş‘un bilgisini, müjdesini sunmaktadır.

Bu konuda benden bu kadar… Kıran kırana din ‘konuşan‘ öyle çok kişi var ki! Ben eksik olayım bu arenada! Ne haddime, ne de niyetime uygun düşer bu alana dahil olmak. Bu dostu da böyle kabul et olur mu?

~~~~

“Öz’e giden uzun, ince çileli yolda birbirimize yardım nasıl olmalı? Neler yapabiliriz? Öncelikle yardım ne demek?”

~~~~

Bütünsel yarar adına tek ve gerçek yardım, kişinin özgürleşmesine aracı olabilmektir. Bağımlılığı besleyen hiç bir eylem yardım değildir. Öyle ki, çoğu durumda, kişinin farkında olmadığı veya kolaya kaçtığı için değerlendirmediği potansiyelinin açığa çıkabilmesi için (bildiğimiz manada) ‘yardım‘ etmekten kaçınmalıyız bile. Bir dostun dediği gibi ‘Tırnakları vardır, ama başını senin kaşımanı ister!‘ Eee, böylesi bir durumda o kişiye tırnaklarının mevcudiyetini ‘nazikçe‘ hatırlatmaktan öte ne yapılmalı ki!

Aslolan kişinin dağarcığındakileri hem madde, hem de mana boyutunda gerçek bir içtenlik ve doğallık içinde paylaşması. Bunun da bir yardım savıyla, hayırseverlik edasıyla değil de, paylaşmanın içte ve dışta dengelerin tümden bozulmaması adına şart olduğu bilinciyle gerçekleşmesi önemli. Evet, aldığımız kadar vereceğiz de! Bunu da alicenaplık adına değil, en ‘sağlıklı‘ yaklaşım olduğu için benimseyeceğiz. Almayı ve biriktirmeyi çok severiz ya, hadi derin bir nefes alalım ve içimizde tutmaya çalışalım, ne olur?

durağanlık, hareketin dönüşüm noktası, 
olguların an için dinlenebildiği…
gelişim yönü seçilmezse,
gerileme kaçınılmaz olmaz mı?
toplanmıyan ekin samanlığa,
durgun su bataklığa dönüşür ya,
havaya fırlatılan cisim,
durduğunda düşmez mi aşağıya?
saklanan duygular patlama habercisi,
sinsice bekleyişte volkan misali.
ya uygulanmayan bilgi, neye yarar?
derler ya, keskin sirke kabına zarar!
soluk alış ve veriş gibi doğal,
her girişin bir çıkışı olmalı.
hem cepler, hem gönüller, hem uslar,
hizmette boşalmak üzre dolmalı.
her şey işleviyle eşdeğer,
işlevsellik ise, değişimi belgeler.
tek tek, ama soyutlanmadan,
her şey beraberken bir değer!

~~~~

“Sistemde ekmeden biçilmiyor, tüm konularda böyle. Ne ekersek o biçilmede, rüzgar eken fırtına biçmede… Neye sahip olmak istiyorsak bedelini ödemeliyiz. “

~~~~

Evet, şakacı bir ifadeyle, ‘boomerang‘ prensibi! Her fırlattığımız eninde sonunda bize döner. Eğer akıllı olduğumuz savındaysak, fırlattıklarımıza özen göstersek iyi olur!

Edimlerimizden de öte, düşüncelerimizin sorumluluğunu taşıdığımızın farkında olmalıyız, başlangıç düşüncedir çünkü…

~~~~

“Her oluş güzel diyebilir miyiz? Ne kadar diyebiliriz?”

~~~~

Bütün, parçaların toplamından ibaret değildir. Kendisi bir ‘parça‘ iken, diğer parçalarla uğraşmak, onları yapmak veya bozmak, temelde bireyin bütünle bağlantısını zedeler; ama bütüne zararı dokunmaz, dokunamaz! Bütün, kendi dengesini korur, herşeye rağmen, bireye rağmen!

Bütün‘ muhteşem bir düzen ve denge içeriyor, bunu hepimiz kabul ediyoruz. Sonsuz bir kanaviçe işlediğimizi düşün, hepimiz belli bir renk iplikle, küçük bir alanda çalışıyoruz. Yanımızdakine bakıyoruz, onun elinde farklı renkte iplik, çalıştığı alanın biçimi de farklı. ‘Sen hatalısın,‘ diyoruz, ‘emimin, sen hatalısın!‘ Ama bir an için kanaviçenin tümünü görebilsek, mükemmel bir manzara serilir gözümüzün önüne. Bu manzarada siyah da, en az beyaz kadar gereklidir ve ‘uygun‘dur. Birbirimize katkımız ne olabilir peki? İşlediğimiz kısım özen ve düzen içeriyorsa, olur ya, çevremizdeki biri veya birileri bizim rengimizi sever, az veya çok o rengi de kullanır kendi alanında. Bize düşen, kendi işimizi doğru ve güzel kılmak, sadece bu kadar!

Yaratılış gerçeği, farklılık üzerine inşa edilmişken, Yaradan farklılıklara izin verirken, biz neden bu kadar rahatsız oluyoruz? Şüphesiz doğru bildiğimizi seçmeliyiz, doğruyu dokumalıyız sabırla. Ama sevmediğimizi düzeltmek yolunda misyonerliğe soyunmak, haddimizi aşmaktır, hatta şirktir bence.

Evet, bu benim anlayışım. Bu ‘en doğru‘ diyebilir miyim, mümkün mü? Ama anlayışım, huzurlu olmamı, faydalı demek bana düşmez ama hiç olmazsa zararsız olmamı sağlıyor. Bu da benim için yeterince değerli bir ölçüt!

~~~~

“Doğumda sıfır bilinç halinde idik, hiçbir şeyimiz yoktu. Sonra benlikle birlikte emanet verilenlere sahip çıktık, acıları, ateşleri hazırladık. Her birini kayıp edince başlıyoruz yanmaya…”

~~~~

İlginçtir, ama bunun tam tersini savunanlar da var. Bu düşünceye göre tamamen açık şuurla doğuyor insan. Metafizik ifadeyle, doğum anında tepe şakrası tamamen açık, kök şakrası ise kapalı. Ama bu boyutta varlığını sürdürebilmesi için bireyin bir bakıma kök sakması gerekiyor, ‘Kaynak‘la bağlantısı azalırken, üçüncü boyut realitesine bağlamaya başlıyor kendini. Bir anlamda şuur daralması yaşıyor. Ancak buradaki süreç içinde, bu sefer deneyimleriyle kazandığı bilinç açılımıyla yeniden ruhsal bağlantısının farkına varıyor. Bu yüzdendir ki, ‘kişi öğrenmez, sadece hatırlar.‘ denir.

~~~~

“Dışa yansıyandan ziyade vicdanımızda karar verdiğimiz bakış, iç kimlik, huylarımız, ahlakımız… Onun içindir ki ‘ya göründüğün gi̇bi̇ ol, ya olduğun gi̇bi̇ görün.’ diyor Mevlana. Dosdoğru, içi dışı bir kimlik. İnsanlık ailesinin bir ferdi olarak biliyorum ki, duygu olarak, istekler, korkular, evhamlar, kısaca her yönü ile diğer insanlardan fazla farklı değilim, değiliz.

Mevlana, Mesnevi adlı eserinde şöyle bir hikaye anlatır: Farklı milletlerden arkadaş olan birkaç kişi bir süre sonra acıkırlar. Her biri kendi dilindeki kelime ile yeme istediği şeyi söyler, anlaşamazlar tartışma çıkar. Biri eline üzüm alır, ben bunu yemek istiyorum der, diğerleri de ‘biz de bunu diyorduk,’ derler.

Tüm insanların istekleri aynı, ancak ifade biçimleri, kelimeleri farklı. Bu farklar ‘ayrı’ zannını doğurmada, ayrılık kavgaları çıkarmada. İnsanlık bunları yeterince anladığı gün kavgaların boş oldugunu fark edecek, bir ve beraber olacak.

Size katılıyorum, temel olan ‘insan’! O eğitilecek, o değişecek ki dünya değişsin! En iyi kurallar eğitimsiz insanın elinde yanlış işler. Kuraldan önce İnsan! Kim yetiştirecek, nasıl yetiştirecek, neye göre yetiştirecek?”

~~~~

İşte ben bu pasif ifadenin artık değişmesi gerektiğine inanıyorum. Kimse eğitilmeyecek, kendini eğitecek. Kimse eğitmeye soyunmayacak, sadece örnek olacak!

Evren sonsuz ve sınırsız bir kaynak. Bize tek gerekli olan bunu görmek ve değerlendirmek adına bilinçlenmek! Ve isteyene, hazır olana, herkes, her olgu, her şey bu yönde hizmet edecektir. En büyük öğretmen, yaşamın ta kendisi zaten. Öğrenmek istiyorsak, bu baş öğretmeni sevmekle başlayalım işe.

~~~~

“Siz tüm samimiyetinizle yapmak istiyorsunuz, bunu anlamayan, anlamak istemeyen çıkarlarına ters geldiği için karşı çıkan engelliyor. O zaman ne yapmalı?”

~~~~

Farketmez‘ bilincindeyse kişi, engelin etrafından dolanır veya başka bir yol bulur kendine. Ama engeli darmadağın ederek illa da o yolda devam etmeyi de seçebilir. Hangisi ‘içsel huzur‘ haliyle destekleniyorsa, en doğrusudur onun için. Tekamülü adına gerekli olan seçim, bilinç seviyesine paralel olarak an içinde gerçeklesir zaten.

~~~~

“Elindekileri tüketmek için bir yerleri yakmak, bozmak durumunda, ki güç devam etsin! Tüm iyi niyetler nereye kadar, ne ifade eder?”

~~~~

Doğrusun, binbir sapma içinde insanoğlu! İşte bu yüzden bilinçte yolculuk çok önemli. Savaşı misyon edinenler öyle çok ki! Sayısız neden, sayısız gerekçe gösterebilirler bunu desteklemek adına. Varsın ben ve benim gibi düşünenler bu konuda ters düşsün bu anlayışa –böylesi bir kutuplaşmaya gereksinim var bu boyutta!

Ben ayrılığı beslemiyorum içimde ve her şeye rağmen bu halimi korumak niyetindeyim. Ve yarattığı güzellikleri gördükçe seçimime olan inancım, bilincim güçleniyor.

Ve sevgiyle…

 

sonraki mektup