Mektup #9

9 Mayıs 2001

Günaydın,

Evet, ‘öz‘de biriz, o alan içinde devinip duruyoruz. Sonsuz bir enerji alanı ve her an değişmede. Aynı okyanus içinde yüzen farklı formlarda buz parçaları gibiyiz. İçimiz de su, dışımız da. Aslında iç/dış ayrımı da zihnin kurgusu, ama kılıflarımızın yarattığı düalite içinde ayrı ve zıt kavramların da form tutması kaçınılmaz.

~~~~

İsim isimleneni ne kadar ifade eder. Sadece düşüncemizi ona yöneltir, çağrıştırır. O çağrışanların ilgilerini kurarak yeni yeni sonuçlara ulaşırız. Ama ne kadar, ya da ne kadar doğru sonuçlara? İsim dedik… İsim alır bizi bir yerlere götürür, bir yerlere işaret eder. İsim kabuk, öz ne? İsimlenenin öz’üne erdik mi?” diyorsun.

~~~~

Tüm kelimeler, isimler de bu düalite içinde, sınırlayıcı, kalıplayıcı nitelemeler sonuçta. Ve izlenen izleyene bağlı olarak mana bulmakta… O mana ki hem izleyenin, hem de izlenenin filtrelerine bağımlı. Ve o filtreler arınmadıkça mana da bulanık, dağınık ve evet, göreli.

Hepimiz öyle çoğuz ki… Kat kat boyutlarda sürüyor varlığımız. Sonsuzu bir bedende deneyimlemek! Şüphesiz tenden öteye geçiyor ‘ben‘ olmak… ‘Ben‘ binbir veçhesiyle yansıyor her etkileşimde, algılayana göre algınaşı da farklı tonlarda oluyor.

Evet, bütünün bilgisi her bireyde, herkes her şeyi kapsıyor. Bu ‘çokluk‘ içinde bireyi özgün kılan bir seyler olmalı. İşte ‘özgür irade‘ çağrışımında seçimlerle bireyselleşiyor kişi.

Ben‘ce olanı söyleyeyim — yaşama katılırken, kendimce ‘iyi‘ dediğim hali seçiyorum ve bu ‘iyi‘yi netleştirmeye, bu yolda uyumlanmaya çalışıyorum. Kendimce her sabah ‘yaşama niyet ediyorum‘. Bir şekilde yolumu hatırlatıyorum kendime. ‘An‘ı değilse bile ‘gün‘ü yakalamak çabasındayım adeta…

Bunlar Güneş’e dair… Peki ya sence?

Sevgiyle…

 

sonraki mektup